29 Eylül 2018 Cumartesi

Finansal Korunma (Hedging) ve Opsiyon İşlemleri



Finansal Korunma (Hedging) ve Opsiyon İşlemleri



Türev piyasalar, ilerideki bir tarihte teslimatı veya nakit uzlaşması yapılmak üzere herhangi bir malın veya finansal aracın, bugünden alım satımının yapıldığı piyasalardır.
Politik ve ekonomik belirsizliklerin globalleşen ekonomilerde yarattığı riskler nedeniyle, söz konusu risklerden korunma (hedging) ve spekülasyon gibi gayelerle türev ürün kullanımına olan ihtiyaçta giderek artmaktadır.

Merkez bankalarının bankası olarak tabir edilen BIS (Basel International Settlements) verilerine göre Dünya’da OTC (Tezgâh üstü) piyasalarda sadece bir günde yapılan toplam döviz işlemi 5,1 trilyon dolardır. Söz konusu istatistik, türev ürün piyasasının likiditesini ve derinliğini ifade etmek adına önemli bir göstergedir.

Opsiyon Sözleşmeleri

Opsiyon sözleşmeleri, bir ürünün, belli bir miktarını gelecekteki belirli bir tarihte veya bu tarihe kadar, belli bir fiyattan alma ya da satma hakkını (zorunluluğu değil) içeren anlaşmalardır. Genelde ileriye yönelik fiyat (kur, faiz, endeks vb.) belirsizliklerine ilişin riskleri kaldırmaya yönelik kullanılır.

Bir opsiyon sözleşmesinde iki taraf vardır.Opsiyon alan (buyer holder) ve opsiyon satan (wrıter grantor).Opsiyon alan, söz konusu ürünü alma ya da satma hakkını belli bir prim ödeyerek satın alır.
Satan taraf, karşı taraf talep ettiğinde sözleşme konusu ürünü teslim etme yükümlülüğünü taşır. Yükümlülüğün doğması için opsiyon hakkının vade tarihine kadar kullanılması şarttır.Aksi takdirde satıcı yükümlülüğü ortadan kalkacaktır.

Opsiyon alıcısının maksimum zararı en olumsuz koşullarda bile ödediği primle sınırlı iken, karı ise sınırsızdır (teorik olarak).Satıcının maksimum karı kendisine ödenen prim, zararı ise sınırsızdır (teorik olarak).Bu süreçte alıcının satıcıya ödediği prim, opsiyon satıcısının sözleşmeye konu ürün (kur, faiz, endeks vb.) fiyatlarındaki değişmelerden kaynaklanan riski üstlenmesi yani bir tür hizmet garantisi vermesinin bedelidir.

Özetle, opsiyon satın alan taraf bir hak ya da keyfiyet elde etmekte, satan taraf ise bir yükümlülük altına girmektedir.Yani opsiyon vadesinde alıcı opsiyon haklarını kullanmayı karşı taraftan talep edebilir.Opsiyon satıcısı ise, alıcının istediği yükümlülükleri yerine getirmek zorundadır.

Örneğin, bir kişi 10 Kasım teslimli dolar (USD) alma opsiyonunu (hakkını) her bir USD 7 TL üzerinden satın almış ve bunun karşılığında opsiyon satan tarafa 500 USD prim ödemiş ise, bu durumda vade geldiğinde spot dolar fiyatı 7 TL’nin üstüne çıkmış ise opsiyon satandan alacaktır. Opsiyon satan taraf bu durumda dolarları 7 TL üzerinden teslim etmek zorundadır.

Öte yandan, eğer Kasım vadesinde spot dolar fiyatı 7 TL’nin altına düşmüş ise opsiyon sahibi bu opsiyonunu kullanmaktan vazgeçecek ve ihtiyacı olan dolarları daha ucuza spot piyasadan temin edecektir. Oysaki, opsiyonun satıcısı ise her halükarda (örneğin dolar 10 TL olsa dahi) sözleşmede yer alan dolar satım yükümlülüğünü yerine getirmek durumundadır.

Opsiyon Kullanma Stratejileri

Bir dövizin kurunun, faizin veya endeksin artacağını düşünen bir yatırımcı alım (call) opsiyonu satın almalıdır. Döviz kurunun, faizin veya endeksin düşeceği yönünde bir beklentisi olan bir yatırımcı ise beklentileri gerçekleşirse kara geçebilmek adına satış (put) opsiyonu satın almalıdır.

Opsiyon Mu Forward Sözleşmesi Mi ?

Forward sözleşmesi de, tıpkı opsiyon sözleşmesi gibi ileriki bir tarihte teslimi kaydıyla, herhangi bir ürünün (döviz, faiz, vs.) miktarı ve fiyatının bugünden belirlenip vadeye bağlanmasıdır.

Ancak forward sözleşmesi opsiyon sözleşmesinden farklı olarak, belli miktardaki, örneğin dövizin, anlaşmanın yapıldığı tarihte belirlenen bir kur üzerinden ileriki bir tarihte ya da belirli bir zaman dilimi içerisinde her iki taraf içinde alım/satım yapılması yükümlülüğünü kapsamaktadır. Oysa ki opsiyon sözleşmesinde, bir taraf yükümlülük altına girerken, diğer taraf ise kullanıp kullanmama kararı kendisine ait olan opsiyonel bir hakkı satın almakta, herhangi bir yükümlülük altına girmemektedir.

Forward ile opsiyon sözleşmeleri arasındaki bir diğer fark ise, opsiyon sözleşmelerinin forward sözleşmelere nazaran daha pahalı bir finansal enstrüman olmasıdır. Şöyle ki, örneğin bir banka ve bir ithalatçı firma arasında döviz forward işlemi yapılsa sözleşme karşılığında ithalatçı firma bankaya herhangi bir komisyon veya prim ödemez iken, ithalatçı firma forward yerine opsiyon sözleşmesi satın alsa mutlaka opsiyon primi ödemek zorunda kalacaktır. Bu durum, haliyle bir opsiyon sözleşmesindeki başa baş kurunun da, forward sözleşmeye nazaran daha yüksek noktada gerçekleşmesi anlamına gelmektedir.

Sonuç

Malumunuz 20 Eylül tarihinde Hazine ve Maliye Bakanlığınca önümüzdeki 3 yıllık süreyi kapsayan mali program (YEP) ve hedefler yayınlandı. Özellikle kur ve faiz şoku yaşadığımız şu günlerde herkes merakla mali otoritenin dolar kuru varsayımını merak ediyordu. Programa göre dolar kuru varsayımı ise 2019 yılı için 5.59, 2020 için ise 6.00 olarak açıklandı.

Bu varsayımlar dolar kurunun şu anki seyrine bakılınca oldukça iddialı görünüyor ancak hepimiz biliyoruz ki programın etkili bir şekilde uygulanması ve yatırımcı güveninin kazanılmasına bağlı olarak kur hızla geriye gelebilir. Aksine, program hayata geçirilmek yerine temenniler olarak kalırsa kur hızla yukarı yönlü de hareket edebilir. Söz konusu belirsizlik ve yüksek volatilite karşısında özellikle ithalat-ihracat yapan ve/veya döviz cinsinden borcu olanlar şirketler açısından, alma yada satma hakkına olanak tanıyan opsiyon sözleşmeleri kullanımı, fırtınalı havada gemiyi limana yanaştırabilmek adına iyi bir finansal araç gibi görünüyor.

Yayınlanma Tarihi  ve Yeri : 29.09.2018/Dünya Gazetesi

15 Eylül 2018 Cumartesi

Fizibilite Raporu Nasıl Hazırlanmalı


Fizibilite Raporu Nasıl Hazırlanmalı


Bilindiği üzere işletmeler yaşamlarına devam etmek için, gerek eskiyen ya da hasar gören fabrika ya da tesislerin yenilenmesi için yapılan yenileme/modernizasyon yatırımlarıyla gerekse de mevcut üretim kapasitesini arttırmak  veya yeni üretim alanlarına girmek amacıyla yapılacak tevsi (genişleme) ve greenfield (sıfır) yatırımları gerçekleştirmek zorunluluğu ile yüz yüze kalmaktadır.

Bu çerçevede işletmenin yönetim kurulu, işletme yönetiminden gelen yatırım önerisinin değerlendirilmesi, fizibilite çalışmalarının yapılması, yatırıma karar verilmesi halinde ise bütçelerinin oluşturulması ve yatırım projesinin uygulanma sürecinin takibini titizlikle gerçekleştirmelidir. Verilen her yatırım kararı sermaye harcamasını gerektirmekte olup, yanlış yatırım kararı veya yatırımın hayata geçirilme aşamasında yapılacak hatalar ciddi zararlara sebep olabilecektir.

Süreç Nasıl Yönetilmeli

Yatırım önerisi için, gerekli olması halinde öncelikle pazar araştırması yapılmalıdır.Pazar araştırması kapsamında yatırımın ekonomik ömrü boyunca talep tahmin projeksiyonları ile üretilecek ürünlerin ve yan ürünlerin satış fiyatına ilişkin tahminler pazar araştırması raporunda yer alan veriler paralelinde belirlenir.

Daha sonraki aşamada ise yapılacak yatırıma ilişkin teknik özelliklerin (kapasite, proses vb.) belirlenmesi ve teknoloji seçimine karar verilmesi gerekmektedir.Teknoloji seçimine de karar verildikten sonra yapılacak yatırımın finansal değerlendirilmesinin gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu aşamada teknik çalışmalar sonucunda belirlenen kapasite ve ilgili teknik özelliklerdeki makine ve ekipmana ilişkin sermaye harcamalarıyla fizibiliteye baz tüketim değerleri olan hammadde, fire, enerji, işçilik harcamalarından oluşacak toplam sermaye harcamaları ile, pazar araştırması sonucunda belirlenen talep miktarı ve satış fiyatları kullanılarak elde edilecek toplam gelir baz alınarak, önerilen yatırıma ilişkin nakit akım tablosu hazırlanır.

Nakit akım tablosu tek bir para birimi üzerinden hazırlanmakla birlikte, tedarik ve satış fiyatlarına ilişkin zorunluluklar nedeniyle farklı para birimleri ile yapılacak harcama ve elde edilecek gelir kalemleri için kur öngörüleri belirlenmeli ve temel para birimine dönüş yapılmalıdır.

Yatırım projesinin finansal değerlemesi ise projenin inşaat süresi ve ekonomik ömür dönemini kapsamakta olup bu süreçte elde edilecek nakit akımlarına, yatırım projeleri değerleme yöntemleri olan net bugünkü değer (NBD), iç karlılık oranı (İKO) ve geri ödeme süresi (GÖS) yöntemleri tatbik edilerek gerçekleştirilir.

Yatırım projesinin finansal değerlemesinde, yatırım tutarı (capex), satış fiyatları, maliyetleri oluşturan ana kalemler (opex), yatırım süresi gibi yatırımın verimliliğini etkileyen temel unsurlarda ortaya çıkabilecek belirsizlikler (değişiklikler) dikkate alınmalı ve farklı değerler kullanılarak çeşitli senaryolar hazırlanmalıdır. Söz konusu senaryolara göre oluşan net bugünkü değer, iç karlılık oranı ve geri ödeme süresi ayrıca hesaplanmalı, duyarlılık analizleri yapılmalı ve alternatif sonuçlar hazırlanacak raporda yerini almalıdır.

Şayet yatırım yapılan ülke veya bölgeye özel olarak verilen yatırım teşvikleri varsa (vergi indirimi, arsa tahsisi, kredi desteği, istihdam desteği, enerji desteği, çevre desteği, ar-ge teşviki vb.) bu devlet destekleri de fizibilite raporunda ayrıca belirtilmeli ve hesaplama sürecinde mutlaka dikkate alınmalıdır.

Önerilen yatırıma ilişkin finansal değerleme tamamlandıktan sonra, fizibilite raporu üst yönetime gönderilir ve onlarından onayından sonra yönetim kuruluna sunulur.Yönetim Kurulunun da nihai onayının alınmasının ardından yatırım projesi hayata geçirilmek üzere ilgili çalışmalar başlatılır.

Fizibilite Raporuna Uygunluğun Kontrolü

Yatırım projesi gerçekleştirilirken, projenin seyrinin fizibilite raporuyla uyumunun kontrolü de en az projenin hazırlanması süreci kadar önemlidir. Özellikle raporun hazırlanma sürecinde kullanılan parametrelere ilişkin varsayımlar ile yatırım ve işletme döneminde gerçekleşen fiili durum kıyaslanmalıdır. Bu kapsamda başta yatırım süresi ve yatırım harcaması doğru belirlenmiş mi, üretim ve satış hacimleri doğru hesaplamış mı, bu çerçevede elde edilmesi planlanan nakit akımı elde edilebilmiş mi soruları mutlaka sorulmalıdır. Projenin akıbetini belirleyen bu unsurlar zaten karlılık ve geri ödeme süresi hesaplamalarının temel verileri olduğu için aynı zamanda bu noktada da kontrol gerçekleştirilmiş olacaktır.

Sonuç

Fizibilite çalışması, bir yatırım projesinin uygulanabilirliğinin önceden belirlenen kriterlere göre belirlenmesidir.Yine bu projeden ne kadar kar veya zarar elde edileceği de bu çalışmalar sayesinde ortaya çıkacaktır.

Özellikle Türkiye gibi kıt sermaye kaynağına sahip ülkelerin işletmeleri, yatırım yapıp yapmayacağına karar verirken farazi hesaplamalara göre değil mutlaka matematiksel hesaplamalara dayanan finansal modeller kullanarak hareket etmelidir. Aksi yönde alınacak kararlar maddi ve manevi hüsranlarla sonuçlanacaktır.

Yayınlanma Tarihi  ve Yeri :15.09.2018/Dünya Gazetesi
Linki : https://www.dunya.com/kose-yazisi/fizibilite-raporu-nasil-hazirlanmali/427641

13 Eylül 2018 Perşembe

Satın Alma Süreçleri ve Öneriler



Kriz Ortamında İşletmelerin Satın Alma Süreçlerine Yönelik Alabilecekleri Tedbirler


Türkiye ve Dünya ekonomisi, artan faizler, dalgalanan kurlar ve ticaret savaşı naralarıyla adeta bir türbülans sürecinden geçiyor. Türkiye’nin ise, kendi özelinde yaşadığı döviz krizi ve artan volatilite, mal ve hizmet satın alma sürecinde bütün fiyatlama mekanizmasını felce uğratıyor.

Amerika’nın Trump yönetimiyle başlattığı artan korumacılık uygulamaları nedeniyle tüm Dünyada, özellikle işletmelerin temel girdisi olan hammaddelere ve bazı yarı mamüllere kotalar getiriliyor, ek gümrük vergileri uygulanıyor.Yerel sorunlarımıza eklenen bu küresel sorunlar ile ortaya çıkan belirsizlikler sayesinde, tüm ekonomik birimlerin piyasaya olan güveni de sarsılıyor.

Biz de, arz güvenliği ve kalitesini de garanti altına alarak bu kriz sürecini en hafif hasarlarla atlatabilmek adına, işletmeler satın alma süreçlerinde hangi noktalara dikkat etmeliler kısaca değinmekte fayda olduğunu düşünüyoruz.
  1.  İşletmeler öncelikle, güvenlik stokları dahil tutulması gereken tüm hammadde ve yarı mamül stok miktarlarını gözden geçirmeli, esnek üretim hedefi ile tutarlılık sağlanarak işletme sermayesinin gereksiz yere stoklara bağlanmasının ve finansal maliyet yaratmasının önüne geçilmeliler.
  2.  Ürün mikslerine göre senaryo bazlı hazırlanan üretim planları ile koordineli ve dinamik satın alma planları yapılmalı.
  3. Satın alma sürecinde en az 3 tedarikçi firmadan teklif alınmalı.
  4.   Eğer 3 tekliften daha az sayıda teklifle alınan malzemeler var ise, satın alma yönetimi teklif sayısının neden arttırılamadığının gerekçelerini üst yönetime açıklamalı.
  5. Yine en iyi fiyat teklifinden daha yüksek teklifler ile gerçekleştirilen satın alımların sebepleri üst yönetime hazırlanacak periyodik faaliyet raporlarında belirtilmeli ve bu sayede olası daha düşük fiyat verebilecek tedarikçi firmaların araştırılarak maliyetlerin düşürülmesi konusunda yönlendirici olunmalı.
  6. Sürekli çalışılan firmaların haricinde yeni firmalar ile irtibata geçilerek tedarikçi havuzu genişletilmeli, bu sayede hem tedarikçiler arası rekabet artırılmalı hem de tedarik riskleri minimize edilerek arz güvenliği sağlanmalı.
  7. Birden çok tedarikçisi olan malzemeler için, tedarikçi firma yıllık alım limitleri (miktarsal veya yüzdesel) çıkartılmalı, yıllık alım limitine ulaşınca sisteminin söz konusu firmadan gerçekleştirecek alımı blokaja düşürmesi sağlanmalı. Bu hem tasarrufa yönlendirici bir hamle olacaktır hem de bazı şirketlere olan bağımlılığın azaltılarak tedarik edilen malzeme bakımından tekel konumuna ulaşmasını önleyecektir.
  8. Her mali yıla ilişkin yapılan bütçe çalışması çerçevesinde, sisteme bütçe rakamları girilmeli ve bütçelenen satın alımların tutar olarak geçilmesini engelleyici bir blokaj tanımlanmalıdır.Bu sayede harcamalar kontrol altında tutulabilecek hem de ilgili birimlerin performansı ölçülebilecektir.
  9. Kara listeye alınmış tedarikçi firma listesi güncellenmeli, açılan siparişte söz konusu firmalardan alım gerçekleştirilmek istenmesi halinde ise satın alma süreci sistemsel olarak bloke edilerek kaliteden ödün verilmemeli.
  10. Tedarikçilere ilişkin performans değerlendirmeleri yapılmalı ve tedarikçilerin performanslarını gözden geçirebilmeleri adına tedarikçilere performansları hakkında feed back verilmeli.
  11. Tedarikçilere yapılan ziyaretlerin sayısı ve sıklığı arttırılmalı, daha önceden belirlenmiş kriterlere sahip olmadıkları yerinde tespit edilen firmalar ile çalışma bırakılmalı.
  12.  Stoklarda atıl vaziyette bulunan malzemelerin listesi çıkartılmalı, kullanılmayan ancak işe yaracak nitelikteki malzemeler satılarak nakit girişi sağlanmalı veya var ise diğer grup şirketlerine devredilerek nakit çıkışının önüne geçilmeli.
  13. Son olarak holding/grup yapısına sahip olan şirketlerin merkezi satın alma yapılanmasına giderek koordineli bir satın alma stratejisini benimsemesi ve bu sayede ölçek ekonomisinden faydalanma, maliyet avantajı yaratılarak rekabet gücünün artırılması, etkin tedarikçi yönetimi, istenilen kalitede mal ve hizmet temini sağlanarak gerek kalitenin gerekse de arz güvenliğinin teminat altına alınması fırsatlarından istifade edilebilinmesi sağlanmalıdır.
Sonuç

İşletmelerin, kuru, faizi ve borsayı seyredip ne olacak diye düşünmek yerine, bu zorlu süreci atlatabilmek adına bir an önce şoktan çıkmaları ve faaliyetlerine odaklanmaları gerekmektedir. Tasarruf tedbirleri ve maliyet minimizasyonu ise aksiyon planları arasında öncelikli hedefler arasında olmalıdır. Bu çerçevede, maliyetlerin yönetilmesinde önemli rolü olan satın alma süreçlerinin hızla gözden geçirilmesinin ve yukarıda bahsi geçen adımların atılarak yeni piyasa dinamiklerine adapte olunmasının faydalı olacağı düşünülmektedir.

Yayınlanma Tarihi  ve Yeri :13.09.2018/Vergialgı Web Sitesi

9 Eylül 2018 Pazar

Hisse Geri Alım İşlemlerindeki Vergisel Belirsizlikler



Hisse Geri Alım (Share Buyback) İşlemlerindeki Vergisel Belirsizlikler


Türk Ticaret Kanunu ile Sermaye Piyasası Kanunu düzenlemeleri uyarınca şirketlere esas veya çıkarılmış sermayesinin % 10’una kadar kendi hisse senetlerini iktisap etme yani geri satın alma olanağı verilmiştir.

Önemli bir finansal enstrüman olan hisse geri alım işlemlerine ilişkin süreçte, geri alınan şirket hisselerinin elden çıkartılması, geri alınan şirket hisselerinin elde çıkartılmadan bu hisselere kar payı dağıtılıp dağıtılamayacağı ve kar payı dağıtılmasının mümkün olması halinde ise söz konusu kar payının hukuki durumuna ilişkin vergilendirilme aşamalarında çeşitli belirsizlikler bulunmaktadır.

Kendi Hissesini Satın Alan Anonim Şirketin Hissesini Elden Çıkarması

Kurumlar Vergisi Kanunu (KVK) madde 5/1-e uyarınca kurumların en az iki tam yıl süreyle aktiflerinde yer alan iştirak hisselerinin satışından doğan kazançların % 75'lik kısmı kurumlar vergisinden istisnadır.

Bu noktada önem arz eden husus ise “iştirak” teriminden ne anlaşılması gerektiğidir. Konu ile ilgili olarak 1 seri numaralı KVK Genel Tebliği ile 1 Sıra No’ lu Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliği incelendiğinde “iştirak hisseleri” deyiminin menkul değerler portföyüne dahil hisse senetleri ile ortaklık paylarını ifade ettiği ve işletmenin, bir başka işletmenin ekonomik ve yönetimsel faaliyetlerine ilişkin politikalarına katılabilmek amacıyla onun paylarını satın alarak ortak olduğu anlaşılmaktadır.

Bu durumda akla gelen soru, bir anonim şirketin kendi hissesini satın alması ve belirli bir süre sonrasında söz konusu paylarını elden çıkartması durumunda KVK’da yer alan iştirak hisseleri satış kazancı istisnasından yararlanıp yararlanamayacağıdır.

Konu ile ilgili görüşümüz, kendi hissesini satın alan anonim şirketin hisselerini yeniden satması halinde ortaya çıkacak olan olası karın, bu hisselerin “iştirak hissesi” gibi değerlendirilmesinin mümkün olmaması nedeniyle iştirak satış kazancı istisnasından yararlanamayacağı şeklindedir.

Nedeni ise şirketin geri aldığı kendi payları ile bir başka işletmeye ortak olmaması, bu durumda aldığı payların teorik olarak ancak kendisine ortaklık hakkı tanıyabileceği fakat bir şirketin de yine kendisinin ortağı olmasının mümkün olmamasıdır. Bahsi geçen nedenlerle satıştan doğan kazançlara şartlar yerine getirilse bile kurumlar vergisi istisnasının uygulanamayacağı düşünülmektedir.

Kaldı ki, şirketin kendi hissesini satın alma işleminin TMS 32 düzenlemeleri uyarınca da iştirak hissesi edinilmiş şeklinde değerlendirilemeyeceği ve bu nedenle de hisselerin öz kaynak hesabında öz kaynağı azaltacak şekilde muhasebeleştirildiği gerçeği mevcuttur.

Kendi Hissesini Satın Alan Anonim Şirketin Satın Almış Olduğu Hisseyi Elden Çıkarmadan Kar Payı Dağıtması

TTK ve SPK düzenlemeleri incelendiğinde, halka açık olmayan anonim şirketlerin kendi hisselerini geri almaları halinde bu hisselere TTK hükümleri uyarınca kar payı dağıtamayacağını, ancak halka açık veya halka açık sayılan anonim şirketlerin ise SPK düzenlemeleri uyarınca bu hisselere kar payı dağıtılabileceğini anlamaktayız.
Bu durumda, SPK düzenlemelerine tabi anonim şirketin geri almış olduğu hisselere kar payı dağıtması halinde vergileme nasıl gerçekleştirilecektir? Kendi hisselerini geri alım programı çerçevesinde satın alan anonim şirket kar payı dağıttığında, hisselerin hukuken sahibi olması ve üzerinde tasarruf yetkisi olması hasebiyle dağıtılacak kar payını da onun hak kazanması gerekmektedir.
Ortada olağanın dışında bir durumun mevcudiyeti bulunmakla birlikte, bahsettiğimiz üzere SPK düzenlemeleri uyarınca bu durum hukuken mümkün görünmektedir. Bu durumda kendi hissesini satın alan ve kar payı dağıtan bu anonim şirketin kendi hisselerine dağıtmış olduğu kar payı ve dolayısıyla oluşacak gelir şirketin geliri olacakmıdır? Söz konusu kar payı ve gelir üzerinden şirket vergilendirilecekmidir?
Vergilendirilecek ise KVK’nın 5/1-a maddesinde düzenlenen iştirak kazançları istisnası hükümlerinden faydalanabilecekmidir? İştirak kazançları istisnasından yararlandırılacak ise şirket kendi kendine mi iştirak etmiş sayılacaktır? Yoksa söz konusu kar payı üzerinden stopaj mı yapılacaktır?
Kişisel görüşümüz, SPK düzenlemelerinin TTK hükümleri ile çeliştiği şeklindedir. Bu nedenle geri alım programı çerçevesinde geri alınan hisselere ilişkin hakların çeşitli hukuki ve mali amaçların gerçekleştirilmesine yönelik geçici bir süreçten kaynaklanıyor olması ve paylar şirketin uhdesinde iken pay sahipliğine ilişkin hakların AB düzenlemeleri (Şirketlere ilişkin 77/91 sayılı İkinci Yönerge) çerçevesinde de belirtildiği üzere donması ve payların devri ile donan hakların tekrar canlanması nedeniyle, kendi kendine kar payı dağıtan şirketin, söz konusu tutarları kar payı olarak dikkate almaması ve TMS hükümleri uyarınca geri alınan pay senetlerini öz kaynaklar altında izlemeye devam etmesidir.
Sonuç
Finansal bir enstrüman olan “hisse geri alımı” ile bağlantılı vergisel belirsizliklerin giderilmesi, uluslararası standartlarda işleyen bir hukuk altyapısının kurgulanması ve en nihayetinde uluslararası bir finans merkezi olma hedefi doğrultusunda ülkemiz adına atılacak önemli adımlardan birisi olacaktır.

Yayınlanma Tarihi  ve Yeri : 09.09.2018/Dünya Gazetesi

6 Eylül 2018 Perşembe

Türk Çelik Sektörü 2023 İhracat Hedefinin Neresinde?


Türk Çelik Sektörü 2023 İhracat Hedefinin Neresinde?


Türkiye’de 3 adet entegre, 27 adet elektrik ark ocaklı ve 1 adet indüksiyonlu olmak üzere 31 adet tesis çelik üretiminde faaliyet göstermektedir. 2016 yılı verilerine göre Türkiye’de Elektrik Ark Ocaklı ve İndüksiyonlu tesislerde 39,6 milyon, Entegre tesislerde ise 11,5 milyon ton olmak üzere toplamda 51 milyon ton kurulu sıvı çelik üretim kapasitesi bulunmaktadır. 2017 yılında üretilen 37,5 milyon ton sıvı çelik üretimi göz önünde bulundurulduğunda sektörün kapasite kullanım oranı % 73 düzeyindedir. Sektörün doğrudan yarattığı istihdam sayısı ise 2017 yılı sonu itibariyle yaklaşık 40 bin kişi mertebesindedir.

Türkiye, 2017 yılı verilerine göre 37,5 milyon tonluk üretim ile Dünya’nın en büyük sekizinci çelik üreticisi, Almanya’nın ardından da Avrupa’nın ikinci büyük çelik üreticisi konumunda bulunmakta olup sektördeki önemli oyunculardan birisidir.

Türkiye de 51 milyon ton kurulu sıvı çelik üretim kapasitesi bulunmasına rağmen maalesef ki üretim kapasitesinin çoğunluğu katma değeri düşük olan inşaat çeliği üretimine yöneliktir. Katma değeri yüksek olan vasıflı çelik diye tabir edebileceğimiz ürün gamındaki üretim düzeyi ise Dünya ortalaması ile kıyaslandığında oldukça düşüktür.

2023 İhracat Hedefleri

Türkiye, hali hazırda 150 kadar ülkeye çelik ihracatı gerçekleştirmektedir. Türkiye’nin ana pazarları AB, Ortadoğu, ABD ve Kuzey Afrika’dır. Türkiye, 2017 yılında 17.8 milyon tonluk ihracatı ile de Dünya’nın en büyük onuncu çelik ihracatçısı konumundadır. Ayrıca Türkiye, inşaat demiri bakımından da Çin’in ardından Dünya’nın en büyük ikinci ihracatçısıdır. Türkiye’nin toplam ihracatının % 7.3’ünü gerçekleştiren Türk çelik sektörü, 2017 yılında otomotiv, tekstil ve kimya sektörlerinin ardından 11,5 milyar dolarlık ihracat rakamı ile Türkiye’nin en büyük dördüncü ihracatçı sektörü konumuna ulaşmıştır.

Türkiye, kendisine 2023 yılında Dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olma hedefini belirlemiş ve bu çerçevede ihracata dayalı büyüme stratejisi söz konusu hedefin temel sürücüsü olarak benimsenmiştir.

Bu hedef çerçevesinde, 2023 yılı için Çelik sektörü için belirlenen ihracat hedefi ise 55 milyar dolar olmuştur.Hedefin, sektörün ürün gamına göre dağıtılmış hali ise aşağıdaki gibidir. 


2017 yılı ihracat rakamımız olan 11,5 milyar dolar ile 2023 yılı ihracat hedefimiz olan 55 milyar doları kıyasladığımızda hedefimizin sadece % 20’ sine ulaşabildiğimizi görüyoruz. Üstelik çelik fiyatları geçmiş yıllara nazaran dramatik artışlar göstermesine rağmen.

Ne Gibi Tedbirler Alınmalı ?

Sektörün 2023 hedeflerine ulaşması zor görünse de, sektör tüm Dünya’da artan korumacılık eğilimlerine rağmen can siperane bir şekilde çalışmalarına devam etmektedir. Bu çerçevede sektörün önünde yer alan ve acilen çözümlenmesi beklenen bazı konu başlıklarına kısaca değinilecek olur ise ;

ü  AKÇT ve Gümrük Birliği Anlaşması revize edilmeli,
ü  Serbest Ticaret Anlaşması imzaladığımız ülke sayısı artırılmalı,
ü  Artan korumacılık ve anti-dumping soruşturmaları kapsamında Türk Çelik üreticileri yalnız bırakılmayarak Ticaret Bakanlığınca desteklenmeli,
ü  İnşaat çeliğinde % 10’ a indirilen gümrük vergisi tekrar eski seviyesine çıkartılmalı,
ü  Kalitesiz ve uluslararası sertifikasyonu olmayan çelik ürünlerinin ithaline izin verilmemeli,
ü  Kömür ve hurda ithalatında yer alan çevre katkı payı kaldırılmalı,
ü  Daha önce Girdi Tedarik Stratejisi (GİTES) çerçevesinde belirlenen ve çelik üretiminde kritik öneme sahip hurda, demir cevheri, kömür, ferro alyaj ve elektrod tedariğine ilişkin yerli arzı artırıcı adımlar ivedilikle atılmalı,
ü  Sanayide kullanılan elektrik fiyatları uluslararası düzeyde rekabet edilebilir şekilde belirlenmeli,
ü  Çelik üretim altyapımıza ilişkin envanterimiz çıkartılarak, hali hazırda kapasite fazlası olan ürün gruplarında gereksiz yatırımlara izin verilmemeli ve ithalata bağımlı olduğumuz & katma değeri yüksek ürünlerde ise ülkemizde üretim yapılabilmesi için stratejiler oluşturulmalı,
ü  Ar-Ge ve çevre yatırımlarında destekler artırılmalı,
ü  Sektörde yer alan kayıt dışılık önlenerek haksız rekabet şartları ortadan kaldırılmalı,
ü  Eximbank çerçevesinde verilen ihracat kredilerinde, Türk İnşaat şirketlerinin yurtdışı inşaat projelerinde Türk Çeliği kullanımını teşvik edici unsurlar dahil edilmeli.


Kaynakça

A&T Kearney 2023 Çelik Sektörü İhracat Yol Haritası

Yayınlanma Tarihi  ve Yeri :06.09.2018/Muhasebetr Web Sitesi