BANKACILIK SEKTÖRÜNÜN SON YILLARDAKİ
VAZGEÇİLMEZİ: VARLIK YÖNETİM ŞİRKETLERİ VE TÜRKİYE EKONOMİSİNDEKİ YERLERİ
ÖZET
Varlık yönetim şirketleri, başta bankalar olmak üzere finans
sektörünün tahsili gecikmiş alacaklarını, alacakların temliki suretiyle satın
almak ve bu işlem sonucunda kendi finansal, hukuki ve teknik alt yapılarını
kullanarak bahsi geçen tahsil edilemeyen sorunlu alacakları tahsil etmeye
çalışmak amacıyla kurulurlar. Bu şirketler, kurumların temerrüde düşmüş
alacaklarının bilançolarından arındırılmasına hizmet ederek söz konusu
kurumların para, insan ve zaman kaynağı gerektiren operasyonel yüklerden
kurtulmasına ve esas faaliyet konularına odaklanmalarına olanak sağlar. Varlık
yönetim şirketlerinin bahsi geçen hizmetleri vermeleri karşılığında üstlendikleri
risk, devir alınan alacakların tahsil edilememe olasılığı iken söz konusu riske
karşılık olarak elde etmeyi amaçladıkları kazanç ise ilgili kurumlardan daha düşük
bedel ödeyerek devir aldıkları sorunlu alacaklara karşılık olarak bu kurumlara
borcu olanlardan daha yüksek bir bedeli tahsil etmektir. Varlık yönetim
şirketleri, devralmış oldukları alacakları ile bağlantılı olarak doğmuş veya
doğması muhtemel ama tutarı kesin olmayan zararları için de ayrıca karşılık
ayırabilir ve bu karşılıkları da kurum kazancın tespitinde gider olarak
dikkate alabilirler.
Anahtar Sözcükler: Bankacılık, Varlık Yönetim
Şirketleri, Karşılık Ayırma, Giderleştirme.
JEL Sınıflandırması: G20, G21, H20
ABSTRACT
Asset management
companies are established with the purpose of purchasing overdue receivables of
the financial sector, primarily the banks, by transfer of receivables, and to
try to collect non-recoverable non-performing receivables by using their
financial, legal and technical sub-structures. These companies serve to purify
the defaulted receivables of the institutions, allowing them to get rid of the
operational burdens of money, human and time-critical institutions and to focus
on the main operational matters. The risk that the asset management companies
undertake to provide the mentioned services is the possibility that the
transferred receivables may not be collected while the gain they intend to
acquire is to collect a higher price than the borrowed ones in return for the
problematic receivables they have transferred. Asset management companies may
also allocate provisions for losses incurred or likely-incurred that they have
taken over, and these provisions may be considered as an expense in determining
the corporate income.
Keywords: Banking,
Asset Management Company, Provisioning, Expense.
Jel Classification: G20, G21,
H20.
GİRİŞ
Bankacılık sektörünün karşılaştığı
riskler genel olarak; piyasa riski, kredi riski, likidite riski, faiz oranı
riski, döviz kuru riski ve operasyonel risk başlıkları altında toplanmaktadır.
Bankaların ana faaliyet konusu ile doğrudan bağlantısı olan kredi riski ise,
banka müşterilerinin yapılan kredi sözleşmesi çerçevesinde kullanmış oldukları
kredilere istinaden üstlendikleri anapara ve faiz ödeme yükümlülüklerini kısmen
veya tamamen yerine getirmemeleri durumunda bankanın karşılaşacağı risk olarak
tanımlanmaktadır.
Bankalar, geri ödenemeyen
kredilere istinaden, bunları sorunlu alacaklar olarak bilançolarının aktifinde
takipteki alacaklar hesabına aktarmakta, tahsil edememe riskine istinaden
karşılık ayırmakta ve yasal takip sürecine girişmektedirler.
Takipteki alacak
seviyesinin artışı ise bankaların risk seviyesini artırmakta ve bu risklerin
takibinde kullanılan takipteki alacak oranı, sermaye yeterlik oranı, likidite
oranı, öz kaynak karlılığı ve aktif karlılığı gibi temel rasyoları olumsuz
yönde etkilemektedir. Buna bağlı olarak da bankanın verebileceği kredi hacmi
düzeyi, dolayısıyla da reel sektöre aktarılacak finansman kaynağı azalmakta ve
ekonomik aktörler negatif bir yatırım-üretim-tüketim iklimine maruz
kalmaktadırlar.
Yukarıda bahsi
geçen nedenlerle, bankaların öz kaynaklarını olumsuz etkileyecek sorunlu
alacakların bilançolarından temizlenebilmesi bankalar için önem arz etmektedir.
İşte tam da bu noktada varlık yönetim şirketleri (VYŞ) sorumluluk üstlenmekte,
bankaların takibe girmiş sorunlu alacaklarını belli bir iskonto uygulayarak
devir almakta ve söz konusu alacakların icra-iflas uygulamaları çerçevesinde takip
ve tahsil edilebilmesi gibi meşakkatli bir süreci yürütmektedirler. Makalemizde,
varlık yönetim şirketlerinin bu süreçteki rolüne ayrıntılı olarak değinilmeye çalışılacaktır.
1.
TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNÜN GÜNCEL GÖRÜNÜMÜ
Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu (BDDK) verilerine
göre Türk Bankacılık Sektöründe Haziran 2017 itibarıyla 33 adet mevduat, 13 adet kalkınma-yatırım ve 5 adet katılım bankası
olmak üzere toplam 51 banka faaliyet
göstermekte olup, banka şube sayısı 11.705 adet ve çalışan kişi sayısı 210.369 kişidir. Sektörünün
aktif büyüklüğü Haziran 2017 döneminde 2.972 Milyar TL’ye ulaşmıştır. Sektörünün
aktif büyüklüğü ise son 6 yılda
hızla büyümüş ve 2016 yılı sonu itibarıyla GSYH'ye oranı ise 1,05’e ulaşmıştır.
Grafik
1: Yıllara Göre Türk Bankacılık Sektörü Aktif Büyüklüğünün GSYH’ya oranı,
Kaynak: Türk Bankacılık Sektörü Temel
Göstergeleri Raporu Haziran 2017, http://www.bddk.org.tr, erişim tarihi 03.10.2017
Sektörün aktif ve pasifinin kompozisyonu incelendiğinde
toplam varlıklar içerisinde kredilerin payının % 65, menkul kıymetlerin payının ise % 12 olarak gerçekleştiği, mevduatın % 53 pay ile toplam yükümlülükler
içerisinde en büyük paya sahip olduğu ve % 19’luk pay ile bankalara borçlar hesabı
ile yine % 3’lük pay ile repodan sağlanan fonların bunu takip ettiği
anlaşılmaktadır.
Grafik
2: Haziran 2017 itibariyle Bankacılık Sektörünün Aktif- Pasif Kompozisyonu,
Kaynak: Türk Bankacılık Sektörü Temel
Göstergeleri Raporu Haziran 2017, http://www.bddk.org.tr, erişim tarihi 03.10.2017
Haziran 2017 döneminde
kredi tutarı 1,92 trilyon TL, mevduat tutarı ise 1,57 trilyon TL olarak
gerçekleşmiştir. Mevduatın krediye
dönüşüm oranı Haziran 2017 dönemi itibarıyla % 115’dir.
Son yıllarda Türk
bankacılık sektöründe hızla artan kredi genişlemesi ile ilgili olarak Türkiye
Ekonomi Politikaları Vakfı (TEPAV) İcra Direktörü Güven SAK’ın
değerlendirmeleri ise şu şekildedir: 2004 yılından 2016 yılına geldiğimizde bankalar topladıkları mevduattan
daha fazla kredi açmaya başladılar. Kredi/mevduat
oranı 2 katından daha fazla arttı. Aynı dönemde, bankaların menkul
kıymetler portföyünün mevduata oranı da üçte bire düştü. Ne oldu? Hazine’nin
borçlanma ihtiyacı azalınca bankalar şirketler kesimini finanse etmeye başladı.
Ama 2004’ten 2016’ya hızlarını alamayan bankalarımız, topladıkları mevduattan
çok daha fazla kredi vermeye başladılar. Ya da şöyle diyelim: Bankalar, kredileri o kadar hızlı dağıtmaya
başladılar ki, mevduatın artış hızı kredi genişlemesine yetişemedi.
Grafik
3: Yıllara Göre Mevduatın Krediye Dönüşüm Oranı,
Kaynak: Türk Bankacılık Sektörü Temel
Göstergeleri Raporu Haziran 2017, http://www.bddk.org.tr, erişim tarihi 03.10.2017
Haziran 2017 dönemi
itibariyle verilmiş bulunan 1,92 trilyon TL tutarındaki kredilerin, 1.304 milyar
TL’si (% 70) Türk parası
kredilerden, 615 milyar TL’si (%30)
yabancı para kredilerden oluşmaktadır. Kredilerin türlerine bakıldığında ticari ve kurumsal kredilerin payının % 51,
KOBİ kredilerinin payının %25 ve tüketici kredilerinin (kredi kartları
dahil) payının ise %24 olduğu
görülmektedir. Aşağıda yer alan grafikten de anlaşılacağı üzere kredi hacmi son 7 senede yaklaşık 2,5 kat artmıştır.
Grafik
4: Yıllara Göre Kredi Türlerinin Değişimi, Kaynak: Türk Bankacılık Sektörü Temel
Göstergeleri Raporu Haziran 2017, http://www.bddk.org.tr, erişim tarihi 03.10.2017
Verilen kredilerin ne
kadarının takibe alındığı incelendiğinde ise Haziran 2017 dönemi itibarıyla takipteki kredilerin (brüt) tutarının 61
milyar TL’ye ulaştığı ve bunun toplam
kredi hacminin % 3,2’sine tekabül ettiği görülmektedir. Yine aşağıda yer
alan grafikten de anlaşılacağı üzere takipteki
kredilerin tutarı son 7 senede yaklaşık % 200 artmıştır.
Grafik
5: Yıllara Göre Takipteki Kredilerin Değişimi, Kaynak: Türk Bankacılık Sektörü Temel
Göstergeleri Raporu Haziran 2017, http://www.bddk.org.tr, erişim tarihi 03.10.2017
Bankacılık
sektöründe verilen kredilerin ne kadarının takibe alındığını gösteren ve sektör
açısından oldukça önemli göstergelerden biri olan Takibe Dönüşüm Oranının (TDO) ise Haziran 2017 dönemi itibariyle % 3,10 olarak gerçekleştiği
görülmektedir.
Bankaların karşı karşıya
kaldıkları kredi riski, operasyonel risk ve piyasa riskini karşılayacak
kadar sermaye (özkaynak) bulundurma oranı olarak tanımlanan ve Basel II standartlarına
göre % 8, BDDK uygulamalarında ise % 12’
den aşağı olmaması istenen sermaye
yeterlik oranı ise Türk bankacılık sektörü bakımından Haziran 2017
döneminde % 16,87 olarak
gerçekleşmiştir. Aşağıda yer alan grafikten de anlaşılacağı üzere Türk bankacılık
sektörünün sermaye yeterlik oranı ulusal
ve uluslararası düzenlemelerle belirlenen standartların oldukça üzerinde
olmasına rağmen, son 7 senede 2 puan düşüş göstermiştir.
Grafik
6: Yıllara Göre Türk Bankacılık Sektörünün Sermaye Yeterlilik Oranları,
Kaynak: Türk Bankacılık Sektörü Temel
Göstergeleri Raporu Haziran 2017, http://www.bddk.org.tr, erişim tarihi 03.10.2017
Bankacılık sektörünün öz
kaynaklarını ne kadar verimli kullandığını gösteren ve sektör açısından önemli
göstergelerden biri olan öz kaynak
karlılık oranı ise Haziran 2017 itibariyle % 8,30 seviyesinde gerçekleşmiştir. Geçen senenin aynı dönemine
göre oranın yükseldiği görülmekte, özellikle de Kredi Garanti Fonu uygulamaları çerçevesinde artan kredi hacmine bağlı
olarak söz konusu oranın yılın 3. çeyreğinde daha da artacağı beklenmektedir.
Grafik
7: Haziran 2016-2017 Döneminde Türk Bankacılık Sektörünün Öz Kaynak Karlılığı,
Kaynak: Türk Bankacılık Sektörü Temel
Göstergeleri Raporu Haziran 2017, http://www.bddk.org.tr, erişim tarihi 03.10.2017
Yukarıda yer alan veriler
de göz önünde bulundurularak genel durum analiz edildiğinde, Türk finans sektörünün çok büyük bir kısmını
oluşturan bankacılık sektörü; büyüme, sermaye yeterliliği, aktif kalitesi,
likidite, karlılık gibi temel kriterler esas alındığında başarılı bir
performans sergilemekte, ekonomik faaliyetin finansmanı işlevini sağlıklı
olarak sürdürmektedir. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) ve BDDK gibi
düzenleyici otoriteler tarafından gerçekleştirilen birtakım makro ihtiyati
düzenlemeler ile bankaların aşırı risk almaları önlenerek finansal istikrara
katkı sağlamaları amaçlanmaktadır.
Ancak son yıllarda
bankaların, temel finansman kaynağı olan toplamış
oldukları mevduatların çok çok üzerinde kredi vermeye başlaması ile kredi
mevduat oranlarının kritik eşiklere ulaşması, bu nedenle de dış kaynak
kullanımına olan ihtiyacının artması ve yurtdışı piyasalardan borçlanılmaya
başlanılması, genişleyen kredi hacmi ile
birlikte takipteki kredi miktarının son 7 senede % 200 oranında artması ve
buna bağlı olarak da takipteki kredi oranının yükselişi ile verilen kredi
kalitesinin azalması, akabinde ise geri ödenmeyen krediler nedeniyle de sermaye
yeterlik rasyosunda ortaya çıkan düşüş, sektörde
risklerin artmaya başladığını bariz bir biçimde göstermektedir.
2.
VARLIK YÖNETİM ŞİRKETİ NEDİR, NEDEN VE NASIL KURULUR?
Varlık Yönetim
Şirketlerinin Kuruluş ve Faaliyet Esasları Hakkında Yönetmelik uyarınca
varlık yönetim şirketleri; Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonu, bankalar ve diğer mali kurumların alacakları ile diğer varlıklarının satın
alınması, tahsili, yeniden yapılandırılması ve satılması amacına yönelik olarak
faaliyet göstermek üzere kurulan şirketler olarak tanımlanmaktadır.
Varlık yönetim
şirketlerinin tanımından da anlaşılacağı üzere, bu finansal kurumların kuruluş amaçları,
bankalar ve diğer finansal kuruluşların faaliyetleri esnasında
kullandırdıkları finansal kaynaklar karşılığında tahsil etmeleri gereken anapara,
faiz veya diğer ödemelerin tahsilatında sıkıntı yaşamaları halinde, söz konusu kuruluşların
tahsil edemedikleri alacaklarının tamamını veya bir kısmını alacakların temliki
suretiyle devir/satın almak ve bu işlem sonucunda kendi finansal, hukuki ve
teknik alt yapılarını kullanarak bahsi geçen tahsil edilemeyen sorunlu
alacakları tahsil etmeye çalışmaktır.
Varlık yönetim şirketleri
sadece TMSF, bankalar, faktoring ve
leasing şirketleri gibi finansal kuruluşların gecikmiş alacaklarını satın
alabilmekte, bankacılık dışındaki
sektörlerin (örneğin reel sektörün) tahsili
gecikmiş alacaklarını ise satın alamamaktadırlar.
Bahsi geçen süreçte
varlık yönetim şirketinin bu faaliyeti gerçekleştirmekteki gayesi ise, ilgili kurumlardan daha düşük
bedel ödeyerek devir aldığı alacakları, borçlulardan daha yüksek bir bedelle
tahsil ederek, oluşacak fark ölçüsünde kazanç elde etmektir.
Örneğin, Yapı Kredi
Bankasınca 30 Nisan 2017 tarihi itibariyle toplam 545,9 milyon TL olan sorunlu alacağın 27,1 milyon TL'ye varlık
yönetim şirketlerinden oluşan bir konsorsiyuma satılmasına karar verildiği
bildirilmiştir.
Bu devir işlemine göre Yapı Kredi Bankası, alacaklarının yaklaşık %95’inden vazgeçerek alacaklarını varlık yönetim
şirketlerine devretmiştir. Varlık yönetim şirketinin bu süreçten kazanç elde
edebilmesi ise, söz konusu alacak tutarı olan 27,1 milyon TL’den daha fazla
tutarda alacağın tahsil edilmesine bağlıdır.
Yine Albaraka Türk
Katılım Bankası, 4 Ekim 2017 tarihi itibariyle kanuni takip sürecindeki müşterilerine
ilişkin 164,5 milyon TL tutarındaki
nakdi alacaklarının % 97’sinden
vazgeçerek alacaklarını 1,6 milyon
TL'ye bir varlık yönetim şirketine satmıştır.
Aşağıdaki tabloda
bankalar ve diğer finans kuruluşlarınca son 9 sene içerisinde varlık yönetim
şirketlerine devredilen sorunlu alacak tutarlarına ilişkin detaylar yer
almaktadır. Son 9 senedeki sektörün devraldığı sorunlu alacak tutarı yaklaşık olarak 4 kat artarak 29 milyar
TL’ye ulaşmıştır.
Tahsili Gecikmiş
Alacak Satışının Gerçekleştiği Yıl
|
Ticari
Anapara (Milyon TL)
|
Bireysel Anapara
(Milyon TL)
|
Toplam Anapara
(Milyon TL)
|
2008
|
1.156
|
612
|
1.768
|
2009
|
513
|
487
|
999
|
2010
|
1.626
|
1.343
|
2.968
|
2011
|
896
|
1.429
|
2.325
|
2012
|
1.635
|
1.608
|
3.242
|
2013
|
1.314
|
1.789
|
3.103
|
2014
|
2.516
|
3.595
|
6.111
|
2015
|
825
|
1.262
|
2.086
|
2016
|
3.068
|
3.450
|
6.518
|
TOPLAM
|
13.547
|
15.573
|
29.121
|
Tablo
1: Yıllara Göre Varlık Yönetim Şirketlerine Devredilen Sorunlu Alacak Tutarları, Kaynak: Varlık Yönetim Şirketleri Derneği, http://varlikyonetim.org.tr/, erişim
tarihi 05.09.2017
Varlık yönetim şirketleri
yeni sayılabilecek bir finansal kurum olduğundan toplum nezdinde bazen faktöring şirketleri ile karıştırılmaktadır.
Bilindiği üzere faktöring şirketleri, firmaların mal ve hizmet satışlarından doğmuş veya doğacak vadeli, fatura veya fatura yerine
geçen çek ve senet gibi bir belgeye dayanan alacaklarını temlik almakta ve
bunun karşılığında firmalara finansman, garanti ve tahsilat gibi hizmetleri
sunmaktadır. Bu süreçte firmalar, belgelendirilebilen (fatura vb.) alacaklarını
faktoring şirketine belirli bir bedel karşılığında devretmektedir.
Burada da tıpkı varlık
yönetim şirketinin alacağı devir alması gibi faktöring şirketi de bir alacağı
devir almakla birlikte, varlık yönetim şirketinin vermiş olduğu hizmet ile
faktöring şirketinin vermiş olduğu hizmet arasındaki temel bir fark bulunmakta
olup, bu fark ise varlık yönetim
şirketinin vadesi geçmiş ve sorunlu
alacak statüsüne haiz olmuş
alacakları daha düşük bedel ödeyerek devir almakta oluşu, buna karşın
faktoring şirketinin ise henüz vadesi
gelmemiş bu nedenle de sorunlu alacak vasfını kazanmamış alacakları devir
alarak belli bir iskonto oranı üzerinden alacağı kırmak suretiyle finansman
hizmeti veriyor oluşudur.
Varlık
yönetim şirketlerinin kuruluş amaçlarına değindikten sonra nasıl kurulacağına
da değinmek gerekirse, başta kuruluş işleminin BDDK’ca uygun görülmesi
şartıyla;
a)
Anonim ortaklık
şeklinde kurulması,
b)
Ödenmiş sermayesinin yirmi milyon Türk Lirasından az olmaması,
c)
Hisse senetlerinin tamamının nama yazılı ve nakit
karşılığı çıkarılması,
d)
Ticaret unvanında "Varlık Yönetim Şirketi" ibaresinin
bulunması,
e)
Kurucularının
ilgili yönetmelikte sayılan şartları taşıması gerekmektedir.
Varlık Yönetim Şirketlerinin
Kuruluş ve Faaliyet Esasları Hakkında Yönetmelik uyarınca bu şirketlerin faaliyetleri aşağıda
belirtilen faaliyetlerle sınırlandırılmıştır:
ü Bankalar,
TMSF, diğer mali kurumlar ve kredi sigortası hizmeti veren sigorta
şirketlerinin bu tür hizmetlerinden doğan alacakları ile diğer varlıklarının
satın alınması, satılması, satın alınan alacakların tahsil edilmesi,
varlıkların nakde çevrilmesi veya bunların yeniden yapılandırılarak satılması,
ü Alacakların
tahsil edilmesi amacıyla edinilen taşınmaz, sair mal, hak ve varlıkları
işletmek, kiralamak, bunlara yatırım yapmak,
ü Alacakların
tahsili amacıyla borçlulara ilave finansman sağlamak,
ü Bankalar,
TMSF, diğer mali kurumlar ve kredi sigortası hizmeti veren sigorta
şirketlerinin bu tür hizmetlerinden doğan alacakları ile diğer varlıklarının yeniden
yapılandırılması veya 3. kişilere satışı konusunda danışmanlık ve aracılık
hizmeti vermek,
ü Ana
faaliyetlerini gerçekleştirmek üzere gerekli izinleri almak suretiyle sermaye
piyasası işlemleri yapmak ve menkul kıymet ihraç etmek,
ü Faaliyetlerini
gerçekleştirmek üzere iştirak edinmek (sermaye veya oy hakkı iştirak oranı en
az %10 olmalıdır),
ü Diğer
varlık yönetim şirketlerinin satışına aracılık ettiği veya ihraç ettiği
finansal ürünlere yatırım yapmak,
ü Şirketlere
kurumsal ve finansal yapılandırma alanlarında danışmanlık hizmeti vermek.
Varlık Yönetim
Şirketleri, alacak veya diğer varlıkları
satın alabilmek amacıyla, bu satın alımı
yapacakları banka veya diğer mali kurumlardan kredi kullanamazlar.
Ayrıca, faaliyetleri
nedeniyle doğmuş veya doğması muhtemel ama tutarı kesin olmayan zararları için
devralmış oldukları alacak ve diğer varlık stoklarını TMS ve TFRS esaslarına
göre değerlemeye tabi tutmaları ve
bu çerçevede gerekli karşılıkları
ayırmaları gerekmektedir.
3.
BANKALAR NEDEN VARLIK YÖNETİM ŞİRKETLERİ İLE ÇALIŞIRLAR ?
Bankalar, en basit ifade
şekli ile tasarruf fazlası olan kişi ve kurumlardan topladıkları mevduatlar ile
kendi öz kaynaklarını kullanarak tasarruf açığı olan kişi ve kurumları finanse
etmek amacıyla kredi kullandıran kurumlar olarak tanımlanabilir. Bankalar, esas
faaliyet konuları olan kredi verme hizmetinin yanı sıra, para ve sermaye
piyasası alanlarıyla bağlantılı olarak birçok konuda da hizmet vermektedirler.
Bankaların ana hizmet konularından biri olan kredi verme
sürecinde, verilen kredilerin niteliklerine göre sınıflandırılması ve bunlar
için ayrılacak karşılıklara ilişkin usul ve esasları düzenlemek amacıyla BDDK’ca
hazırlanan “
Kredilerin
Sınıflandırılması ve Bunlar İçin Ayrılacak Karşılıklara İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik”
uyarınca krediler 5 ana grup altında tasniflenmektedir. Bunlar;
i) Standart Nitelikli
Krediler: Kredilendirilebilir
nitelikte finansman yapısına sahip gerçek ve tüzel kişilere kullandırılan, ödemeleri
süresinde yapılan veya otuz günden fazla gecikmeyen, borçlusunun kredi
değerliliğinde zayıflama tespit edilmemiş olan ve gelecekte de geri ödeme
sorunları beklenmeyen, teminatlara başvurulmaksızın tamamen tahsil
edilebilecek nitelikte olan kredilerdir.
ii) Yakın İzlemedeki Krediler:
Kredilendirilebilir
nitelikte finansman yapısına sahip gerçek ve tüzel kişilere kullandırılmış
olan, ancak, makroekonomik şartlardaki veya borçlunun faaliyet gösterdiği
sektörlerdeki veya bunlardan bağımsız olarak borçluya ilişkin olumsuz
gelişmeler nedeniyle borçlusunun ödeme gücünde veya nakit akımında olumsuz
gelişmeler gözlenen ya da bunun gerçekleşeceği tahmin edilen ve anapara ve/veya
faiz ödemelerinin tahsili vadelerinden veya ödenmesi gereken tarihlerden
itibaren otuz günden fazla geciken ancak doksan günü geçmeyen kredilerdir.
iii) Tahsil İmkânı
Sınırlı Krediler: Bu grupta,
borçlusunun kredi değerliliği bozulmuş olan veya teminatların net
gerçekleşebilir değerinin veya borçlunun öz kaynaklarının borcun vadesinde ödenmesini karşılamada yetersiz
bulunması nedeniyle teminata başvurulmaksızın tamamının tahsil imkanı sınırlı olan ve gözlenen sorunların düzeltilmemesi
durumunda zarara yol açması muhtemel olup anaparanın ve/veya faizin tahsili vadesinden
veya ödenmesi gereken tarihten itibaren doksan günden fazla geciken ancak
yüz seksen günü geçmeyen krediler yer alır.
iv) Tahsili Şüpheli Krediler:
Bu grupta, anaparanın ve/veya faizin tamamının
kredi sözleşmesinde yer alan hususlar çerçevesinde teminata başvurulmaksızın
tahsilinin sağlanamayacağı muhtemel olup anapara ve/veya faizin vadesinden veya
ödenmesi gereken tarihten itibaren tahsilinin gecikmesi yüz seksen günü
geçen ancak bir yılı geçmeyen krediler yer alır.
v) Zarar Niteliğindeki
Krediler: Bu
grupta, borçlusunun kredi değerliliğinin
tümüyle ortadan kalkmış olması nedeniyle tahsil beklentisi bulunmayan
veya toplam alacak tutarının ancak ihmal edilebilir bir kısmının tahsil
edilmesi beklenen veya üçüncü ve dördüncü gruplarda belirtilen özellikleri
taşımakla birlikte, vadesi gelen ve ödenmesi gereken alacak tutarlarının tamamının
bir yılı aşacak bir sürede tahsilinin sağlanamayacağı muhtemel olan veya anaparanın
ve/veya faizin ödenmesi gereken tarihten itibaren tahsili bir yıldan fazla
gecikmiş olan krediler sınıflandırılır.
Üçüncü, dördüncü ve beşinci grupta sınıflandırılan kredi grupları “Donuk
Alacaklar” olarak da nitelendirilirler.
Bankalar, krediler ve diğer alacaklarla ilgili olarak, doğmuş veya
doğması muhtemel zararların karşılanması ve doğacak risklerin etkili bir
şekilde yönetilmesi adına karşılık ayırmak zorundadırlar. Kredi türleri
itibariyle ayrılması gereken karşılıklar ise;
a) Standart nitelikli nakdi
kredileri toplamının en az binde on beşi (%1,5) oranında genel
karşılık,
b) Yakın izlemedeki nakdi kredileri
toplamının en az yüzde üçü (%3) oranında genel karşılık,
c) Üçüncü Grupta
sınıflandırılanların en az yüzde yirmisi (%20),
d) Dördüncü Grupta
sınıflandırılanların en az yüzde ellisi (%50),
e) Beşinci Grupta
sınıflandırılanların yüzde yüzü (%100) oranında olmak üzere gerçekleşen kredi
zararını karşılayacak tutarda ayrılacak özel karşılıktır.
Bankalar veya finans kuruluşlarının
açmış oldukları krediler veya kullandırdıkları finansal kaynakların tamamı veya
belli bir kısmına ait ödemeler çeşitli nedenlerle bahsi geçen mali kaynakları
kullananlarca yapılmamaktadır. Yukarıda da detaylı olarak değinilmeye
çalışıldığı üzere bu tip durumlarla karşılaşıldığında bankalarca, geri
ödenmeyen krediler kanuni takibe alınmak ve bunlara karşılık ayrılmak zorunda kalınmaktadır.
Bahsi
geçen karşılık ayrılmasına ilişkin düzenlemelerden anlaşılacağı üzere, takipteki
alacaklar özellikle de donuk alacaklar için ayrılan karşılık oranı % 20’den
başlayıp % 100’e kadar kademeli bir şekilde artmakta olup, alacağın tahsil
edilememe riski ile birlikte banka öz kaynakları ve karlılığı da süreçten
negatif etkilenmektedir. Yine sermaye yeterliliği oranının düşmesi ile
birlikte bankalar eskisine nazaran daha az kredi vermek durumunda
kalmaktadırlar.
Banka
bilançolarının aktif bölümünde yer alan takipteki alacaklar (brüt) rakamı,
bir bankanın aktif kalitesi ve ana faaliyet alanına ilişkin performans ölçümünde en önemli
kriterler arasında yer almaktadır. Takipteki alacak (brüt) / toplam alacak
rasyosu yüksek olan bankaların mevduat hariç diğer borçlanma
faaliyetlerinde kaynak maliyetleri doğal olarak yüksek risk primi nedeni ile
artacaktır.
Bankacılık
ve finans sektörü, ortalama olarak vermiş olduğu her 100 liralık kredinin 5
lirasında vade gününde tahsilat sorunu yaşamaktadır. Söz
konusu 5 liranın 2 lirasını kısa vadede idari takip süreci içinde, 2 lirasını
ise 2-3 yıla varan takip süreci içinde tahsil etmektedirler. Kalan 1 lirasını
ise, varlık yönetim şirketlerine satmakta veya yasal takip sürecine
devam etmektedirler. Sektörün bazen de, ekonomik fayda görmediği için
alacaklarını takipsiz bıraktığı da görülmektedir. Varlık yönetim şirketleri başta bankalar olmak üzere finans
sektörünün gecikmiş alacaklarını satın alarak kurumların hem
bilançosunun temizlenmesine, arındırılmasına hizmet eder, hem de bu
kurumları ciddi zaman
ve insan kaynağı gerektiren operasyonel yükten kurtarırlar. Böylece bankalar kredi takip
politikalarından taviz vermeden esas işleri olan kaliteli aktif üretmeye devam edebilirler.
Bahsi
geçen nedenlerle varlık yönetim şirketleri, bankacılık sektörü nezdinde
özellikle sorunlu krediler konusu gündeme geldiğinde vazgeçilmez nitelikte bir
kan kardeşi statüsüne kavuşmaktadır.
4.
VARLIK YÖNETİM ŞİRKETLERİ DEVİR ALDIKLARI ALACAKLARA İLİŞKİN OLARAK MALİ
MEVZUAT UYARINCA KARŞILIK AYIRABİLİRLER Mİ?
Varlık yönetim şirketlerinin hukuki ve finansal
anlamda düzenlendiği dayanak metin 5411 sayılı
Bankacılık Kanunu’nun
143’üncü maddesi olup, mezkûr maddede bankalar
ve TMSF (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu) dâhil diğer malî kurumların alacakları
ile diğer varlıklarının satın alınması, tahsili, yeniden yapılandırılması ve
satılması amacıyla bu finansal organizasyonun kurulabileceği belirtilmiştir.
Yine söz konusu maddede, varlık yönetim şirketlerinin bu kapsamdaki
işlemleri nedeniyle doğmuş veya doğması beklenen ancak miktarı kesin olarak
belli olmayan zararlarını karşılamak amacıyla karşılık ayırmak zorunda
oldukları, karşılık ayrılacak alacakların nitelikleri ile karşılıklara ilişkin
esas ve usullerin BDDK tarafından belirleneceği ve varlık yönetim
şirketlerinin bu çerçevede ayırdıkları karşılıkların tamamının
ayrıldıkları yılda kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider olarak kabul
edileceği düzenlenmiştir.
BDDK tarafından çıkarılan Varlık
Yönetim Şirketlerinin Kuruluş ve Faaliyet Esasları Hakkında Yönetmeliğin 16’ncı
maddesinde karşılık ayırma hususuna değinilmiş ve varlık yönetim şirketlerinin işlemleri
nedeniyle doğmuş veya doğması beklenen ancak miktarı kesin olarak belli olmayan
zararlarını karşılamak amacıyla, devraldıkları toplam alacaklar ile diğer
varlıklarını Türkiye Muhasebe
Standartları ile Türkiye Finansal Raporlama Standartları çerçevesinde
belirlenen usul ve esaslara uygun olarak değerleyip karşılık ayıracaklarını belirtmiştir.
Normalde karşılıklar, Vergi Usul Kanunu
(VUK)’nun 288’inci maddesinde,
“Hâsıl olan veya husulü beklenen fakat miktarı katiyetle kestirilemeyen ve
teşebbüs için borç mahiyetini arz eden belli bazı zararları karşılamak
maksadıyla hesaben ayrılan meblağlar” şeklinde tanımlanmış olup, VYŞ’lerin
karşılık ayırabileceklerine dair bir düzenleme ise bulunmamaktadır. Dolayısıyla
VUK veya Kurumlar Vergisi Kanunu’nda (KVK) yer almayan bir
karşılığın kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınması mümkün
değildir.
Ancak, Türk Hukuk Sisteminde normlar
hiyerarşisine uygun olacak şekilde VYŞ’lerin ayırmak zorunda oldukları
karşılıklara ilişkin olarak 5411 sayılı Kanun’un 143’üncü maddesinde KVK’ya
atıf yapılmak suretiyle söz konusu karşılıkların KVK’da gider olarak dikkate
alınabileceği yönelik yapılan özel
düzenleme çerçevesinde, VYŞ’ler tarafından ayrılacak karşılıkların kurum kazancının tespitinde
gider olarak dikkate alınması mümkündür.
SONUÇ
Varlık yönetim şirketleri, başta
bankalara ve para ve sermaye piyasalarında faaliyet gösteren finansal kiralama
şirketleri, faktoring şirketleri, finansman şirketleri ve kredi sigortası işlemleri
yapan kuruluşlara, bu kuruluşların tahsil edemedikleri alacaklarının devri ile
diğer varlıklarının satın alınması, tahsili, yeniden yapılandırılması ve
satılması amacına yönelik hizmetler sunmaktadır. Varlık yönetim şirketleri, şu
an itibariyle bahsi geçen finansal kurumlara yönelik hizmet vermekte olup henüz reel sektör kuruluşlarına hizmet
vermemekte ancak hizmet alanının bu kuruluşların sorunlu alacaklarının
devrine de imkan verecek ölçüde genişletilmesi konusu gündemde yer
almaktadır.
Özellikle bankaların verdikleri ve
geri ödenme sürecinde sıkıntı yaşanan ve sorunlu alacaklara dönüşen krediler, bankaların
bilançolarının aktifinde takipteki alacaklar hesabına aktarılmakta olup bu
alacağın miktarı ve tahsil edilebilme düzeyi bankaların aktif kalitesini ve
faaliyetinin değerlendirilmesinde kullanılan temel performans göstergelerini (KPI) negatif şekilde etkilemektedir.
Bu duruma bağlı olarak da banka riski artmakta, artan risk de beraberinde
bankaların kaynak (borçlanma) maliyetini artırmaktadır. Zincirleme reaksiyonun neticesi
ise azalan varlık ve öz kaynak karlılığıdır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle,
öz kaynakları, dolayısıyla da pasif yapısını olumsuz etkileyecek toksik
nitelikteki sorunlu kredilerin ve alacakların (toxic assets) banka bilançolarından arındırılması noktasında varlık
yönetim şirketleri önemli bir misyon üstlenmekte ve bankalara ciddi düzeyde
destek olmaktadır. Varlık yönetim şirketlerinin son yıllarda bankalardan devir
almış oldukları alacak tutarlarındaki artış da bu kanımızı
destekler nitelikteki bir göstergedir.
KAYNAKÇA
5411 sayılı Bankacılık
Kanunu
Varlık Yönetim Şirketlerinin
Kuruluş ve Faaliyet Esasları Hakkında Yönetmelik
213 sayılı Vergi Usul
Kanunu
5520 sayılı Kurumlar
Vergisi Kanunu
Yayınlanma Tarihi ve Yeri :Kasım 2017/Vergi Sorunları Dergisi