TÜRK
DEMİR ÇELİK SEKTÖRÜNÜN KARŞILAŞTIĞI EKONOMİK VE MALİ SORUNLAR İLE BAZI ÇÖZÜM
ÖNERİLERİ
Özet
Türkiye, Dünya’nın en
büyük sekizinci çelik üreticisi, tüketicisi, ihracatçısı ve ithalatçısıdır. Ancak
Avrupa Kömür Çelik Topluluğu (AKÇT) ile imzalanan Serbest Ticaret Anlaşması’nın
ilgili hükümleri nedeniyle doğrudan veya dolaylı devlet yardımlarından
yararlanamayan, elektrik enerjisi üzerindeki vergi ve fonlar, hurda ve kömür
ithalatından alınan çevre katkı payı, hurdacılık sektöründeki yaygın sahte
belge düzeni, dolarize olmuş sektör yapısına bağlı olarak Vergi Usul Kanunu hükümleri
uyarınca realize olmamış kur farklarının değerlemesiyle negatif etkilenen mali
yapılar, fonksiyonel para birimi döviz olmasına rağmen yabancı para ile defter
tutulamaması, ihracatta götürü gider uygulamasındaki belirsizlikler, dahilde
işleme rejimiyle bağlantılı katma değer vergisi iade problemleri gibi bir çok
ekonomik ve mali engeller nedeniyle katma değeri yüksek vasıflı çelikleri üretebilir
ileri teknolojiye yönelik dönüşümlerini gerçekleştirmekte zorlanan sektörün,
uluslararası arenadaki rekabet gücü zafiyete uğramaktadır.
Anahtar
Sözcükler: Çelik, devlet yardımı, hurda, çevre katkı
payı, sahte belge, fonksiyonel para birimi.
Abstract
Turkey is the World’s 8th largest steel
producer, consumer, exporter and importer. The steel and iron sector is unable
to enjoy state incentives because of the European Coal Steel Community (ECSC)
agreement’s provisions. In addition to that, some fiscal and economical
drawbacks such as taxes and funds on electricity, environmental fees received
from imports of scrap and coal, widespread fake document scheme in the
scrapping sector, financial structures that are negatively affected by the
exchange rate differences that have not been realized in accordance with the
provisions of the Tax Procedures Code, the restriction of bookkeeping in with
functional currency, uncertainties in the application of lump-sum expense in
export, problems of value added tax return related to inward processing regime
weakens the competitive power of the industry.
Keywords: Steel, state
incentive, scrap, environmental contribution fee, falsified document,
functional currency.
Jel Classification: H21, H23,
H25, L61
Giriş
İnsanlığın başlangıcından
bu yana var olan ve işlenebilmesi ile birlikte siyasi, ekonomik ve sosyal yaşam
şeklini değiştiren demir cevheri ve bundan üretilen çelik, başta inşaat,
otomobil, beyaz eşya ve ev aletleri, makine üretimi, gemi yapımı gibi birçok sektörün
temel üretim girdisidir. Çelik üretiminin ve tüketiminin gelişmişlik ve
sanayileşmiş olma kriterlerinden biri sayıldığı günümüzde, Dünya’da ve
Türkiye’de çeliğin üretim metodolojisi, Türk demir çelik sektörünün doğuşu ve
gelişimi, mevcut durumu, Dünya’daki konumu ve sektörün rekabet gücünün
arttırılması adına gözden geçirilmesinde fayda görülen mali konular ve çözüm
önerileri hakkında yapılacak değerlendirmeler bu yazımızın konusunu
oluşturacaktır.
1.
Çelik Üretim Metodolojileri
Temel olarak Dünya’da çelik üretimi için iki ana
üretim tekniği bulunmakta ve yoğun olarak ülkemizde de kullanılmaktadır. Yöntemler
hakkında bilgi vermeden önce sektörün yabancısı olanlar için kafa karışıklığı
yaratmamak adına “demir” ve “çelik” terimleri hakkında kısaca bilgi vermek
faydalı olacaktır.
Demir, dünya yüzeyinde en yaygın dördüncü
mineral ve yerkabuğunda en çok bulunan metaldir. Demir metali, demir
cevherlerinden elde edilir ve doğada nadiren elementel halde bulunur. Metalik
demir elde etmek için, cevherdeki kirliliğin (impurity)
kimyasal indirgenme yoluyla uzaklaştırılmaları gerekir. Demir, aslında büyük
ölçüde karbonlu bir alaşım olarak kabul edilebilecek olan çelik yapımında kullanılır.[1]
Çelik ise , demir elementi ile genellikle % 0,2 ila % 2,1
oranlarında değişen karbon miktarının
bileşiminden meydana gelen bir alaşımdır. Çeliğe farklı özellikler kazandıran içerdiği
elementlerin kimyasal bileşimi (manganez, fosfor, kükürt, nikel, silisyum, krom
vb.) ve çeliğin içyapısıdır.
Çelik üretim yöntemlerine dönecek olur isek demir-çelik
sanayinde ham çelik üretimi 2 farklı proses ile gerçekleştirilmektedir. Demir
cevherini temel girdi olarak kullanan Entegre Tesisler (BOF- Bazik Oksijen
Fırını) ve hurdayı temel girdi olarak kullanan Elektrik Ark Ocaklı Tesisler
(EAO).
Entegre Demir Çelik Üretim Süreci (BOF),
demir cevherinin, kırma, eleme ve sinterleme işlemleriyle hazırlanması veya
külçe cevherin doğrudan yüksek fırına yüklenmesiyle ile başlamaktadır. Yüksek
fırınlarda, demir cevheri, kokun üfleme havasıyla yakılması neticesinde oluşan
karbon monoksit ile indirgenerek ve oluşan ısı ile ergitilerek, sıvı metale
dönüştürülmektedir. Çelik üretimi sürecinde, belirli bir miktarda hurda ve
alaşım elementleri de bir konvertör içinde sıcak metale eklenmektedir. Daha
sonra alaşımın üzerine saf oksijen üfletilmekte ve sıvı çelik elde edilmektedir.
Rafinasyon işlemlerinden sonra, potadan alınan sıvı çelik, sürekli döküm
makinalarında istenen ebatlarda, yarı mamüle
(kütük, blum, slab) dönüştürülmektedir.
Elde edilen
yarı ürünler hadde tezgahlarından geçirilerek istenen boyutta bitmiş ürün (inşaat çubuğu, kangal/filmaşin, çelik rulo vb.) üretilir.
Elektrik Ark Ocaklı Tesislerde (EAF) ise,
hurdalar grafit elektrotlar aracılığı ile ergitilerek, sıvı çelik elde edilir.
Rafinasyon işleminden sonra sıvı çelik potadan alınarak sürekli döküm
makinasına aktarılan sıvı çelik katılaştırılarak, istenen ebat ve şekillerde
yarı ürün haline getirilmektedir.
Yarı ürünler (kütük, blum, slab) istenen haddeleme sıcaklığını elde etmek için
yeniden ısıtma fırınına yüklenmektedir. Yeniden ısıtma sonrasında yarı ürün
hadde standından geçirilerek istenen boyutta bitmiş ürün (inşaat çubuğu,
kangal/filmaşin, çelik rulo vb.) üretilir.
Resim
1.
Çelik Üretim Akış Şeması. Resmin sol tarafı BOF yöntemi ile, sağ tarafı ise EAO
yöntemi ile üretimi göstermekte olup, resmin ön kısmı ise ortak üretim prosesi
olan sürekli döküm ve haddeleme sürecini simgelemektedir. Kaynak www.worldsteel.org
2.
Dünya’da Çelik Üretimi
Birçok sektörün temel
girdisi olan çelik, haliyle günümüz dünyasında kurulu kapasiteleri ve üretim
miktarları ile en önemli endüstri kollarından biri konumundadır.
Dünya Çelik Derneği
(worldsteel) verilerine göre 2016 yılı itibariyle Dünya çelik sektörünün kurulu
kapasitesi yaklaşık 2,2 milyar ton
seviyesindedir. Yine Dünya Çelik Derneği (worldsteel) tarafından açıklanan
verilere göre, 2016 yılının tamamında dünya ham çelik üretimi 1.63 milyar ton seviyesinde
gerçekleşmiş olup sektörün kapasite kullanım oranı % 73 seviyelerindedir. Bu durum dünyada ciddi miktarda çelik
kapasitesi fazlalığına işaret etmektedir.
Enerji ve hammaddelerin
yoğun olarak kullanıldığı çelik sektöründe küresel ham çelik üretiminin % 72’si entegre tesislerde, % 28’i ise Elektrik Ark Ocaklı tesislerde
gerçekleştirilmektedir.
Türkiye, 2016 yılı
verilerine göre 33 milyon tonluk
üretim ile Dünyanın en büyük sekizinci
çelik üreticisi olup, sektördeki önemli oyunculardan birisidir.
Tablo 2.
Dünya’da majör çelik üreticisi ülkelerin üretimdeki payları 2015-2016 dönemi. Kaynak
www.worldsteel.org
3.
Türkiye’de Çelik Üretimi ve Ekonomisi
3.1.
Türkiye’de Çelik Üretiminin Tarihçesi
Ülkemizde ilk
demir çelik sanayi kuruluş çalışmalarına 1925 yılında Kırıkkale’de Askeri
Fabrikalar Müdürlüğü’ne bağlı olarak başlanılmıştır. Şu anda MKEK (Makina ve
Kimya Endüstrisi Kurumu) olarak bilinen ve savunma sanayinin çelik ihtiyacını
karşılamak amacıyla kurulan 50.000 ton üretim kapasiteli bu fabrika, her türlü
takım çelikleri, makine yapı çelikleri ve az miktarda inşaat demirleri üretmeye
başlamıştır. Demir çelik sanayinin temel alt yapısı da bu dönemde
oluşturulmuştur.
Çelik
sektörüne ilişkin ilk yatırımlar, 1. ve 2. sanayi plânları kapsamında, 1930’lu
yıllarda gerçekleştirilmiş ve sektör uzun yıllar kamu kesiminin tekelinde,
entegre tesis ağırlıklı olarak gelişmiştir.
Birinci Dünya
Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sırasında ulusal demir çelik sanayine duyulan
ihtiyaç, ülkemizde bu sanayinin kurulması lehinde bir sonuç doğmasına neden
olmuştur. Ülkemizde demir çelik sanayinin yapısal temeli 17 Mart 1926 tarihinde
kabul edilen “Demir Sanayinin Tesisine Dair 786 Sayılı Kanun” ile (29 Mart 1926
tarih ve 334 Sayılı Resmi Gazete) atılmıştır. Sümerbank’a bağlı olarak,
Karabük’te, 15.000 ton/yıl kapasiteyle Karabük Demir ve Çelik Fabrikaları
(KARDEMİR) kurulmuştur. Karabük, maden kömürü havzasına yakın oluşu, demiryolu
güzergahına yakın olması nedeniyle seçilmiştir. KARDEMİR, ülkemizin ilk
entegre tesisidir.
Gelişen
ekonomik koşulları ve üretimin talebi karşılayamaması nedeni ile 1965 yılında
ülkemizin ikinci demir çelik fabrikası yassı ürün üretmek üzere 470.000 ton/yıl
kapasite ile Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları (ERDEMİR), ulaşım kolaylığı ve kömür havzasına yakınlığı gibi
avantajlar da göz önüne alınarak Ereğli’de kurulmuştur. 1975 yılında da
Türkiye’nin üçüncü entegre tesisi İskenderun Demir ve Çelik Fabrikaları (İSDEMİR), uzun mamul üretimi yapmak
üzere Türkiye’nin güneyinde İskenderun Körfezi’nde kurulmuştur. 1980’lerde Türk
ekonomisindeki liberalizasyon hareketleri, Türk demir çelik sektörü için bir
dönüm noktası olmuştur. 1980’li yıllar boyunca sektör, büyük bir gelişme
göstermiştir.1990 yıllar ve ilerleyen zaman diliminde özel sektörün öncülük
ettiği ve demir çelik ürünlerinin elektrikli ark ocaklarında üretilmesi dönemi
hız kazanmış ve bugünlere gelinmiştir.[2]
3.2.
Türkiye’de Kurulu Çelik Üretim Kapasitesi
Günümüzde Türkiye’de
3 adet entegre, 27 adet elektrik ark ocaklı ve 1 adet indüksiyonlu olmak üzere
31 adet tesis çelik üretiminde faaliyet göstermektedir. 2016
yılı itibariyle Elektrik Ark Ocaklı ve İndüksiyonlu tesislerde 39,6 milyon,
Entegre tesislerde ise 11,5 milyon ton olmak üzere toplamda 51 milyon ton kurulu sıvı çelik üretim
kapasitesi bulunmaktadır. 2016 yılında üretilen 33 milyon ton sıvı çelik
üretimi göz önünde bulundurulduğunda sektörün
kapasite kullanım oranı % 64’ ler düzeyindedir. Sektörün doğrudan yarattığı
istihdam sayısı ise 2016 yılı sonu itibariyle yaklaşık 40 bin kişi mertebesindedir.
Türkiye’de 51
milyon ton kurulu sıvı çelik üretim kapasitesi bulunmasına rağmen maalesef ki
üretim kapasitesinin çoğunluğu katma
değeri düşük olan inşaat çeliği üretimine yöneliktir. Katma değeri yüksek
olan vasıflı çelik diye tabir edebileceğimiz üretim düzeyi ise dünya ortalaması
ile kıyaslandığında düşüktür. Çelik sektöründe katma değerli ürün üretebilmenin
önemini okuyucuların daha iyi anlayabilmesi adına örneklendirmeye çalışacak
olur isek bu yazının yazıldığı tarihlerde inşaat
çeliğinin (çubuk demir) tonunun piyasa fiyatı 450 USD civarında iken, otomobil lastiğinin içerisinde bulunan ve
lastiğin şeklini veren vasıflı bir çelik
türü olan kord telinin piyasa
fiyatı ise 1000-1200 USD
civarındadır.
Tablo 4. 2015-2016 dönemi Türkiye Ham Çelik Üretimi. Kütük,
ağırlıklı olarak inşaat çeliğinin hammaddesi olup, slab ise daha çok kaliteli
çelik üretiminde kullanılan ürünlerin üretiminde kullanılan yarı mamüllerin
(çelik rulo vb.) temel girdisidir. Kaynak www.dcud.org.tr
3.3.
Türkiye’de Kullanılan Temel Çelik Üretim Yöntemleri
Dünya’da ham çelik
üretiminin % 72’si entegre tesislerde,
% 28’i ise Elektrik Ark Ocaklı
tesislerde üretilirken, Türkiye’de tam
tersi olacak şekilde üretimin yaklaşık
% 70’i Elektrik Ark Ocaklı tesislerde,
% 30’u ise Entegre Tesislerde
gerçekleştirilmektedir.
Bu durumun en büyük
nedeni Elektrik Ark Ocaklı tesisleri kurmak için gerekli yatırım tutarının Entegre
Tesislere göre oldukça düşük olması ve daha kısa sürede kurulabiliyor
olmasıdır. Entegre tesislerin kurulum maliyeti yüksek olmakla beraber
tesislerin yüksek kapasiteli olmaları ve ölçek ekonomisinden yararlanılabiliyor
olunmasıyla, söz konusu tesislerin üretim maliyetleri daha düşük olmakta bu da önemli
bir rekabet avantajını beraberinde getirmektedir.
Tablo 5. Ülkelere
göre çelik üretiminde Elektrik Ark Ocağı (EAO) kullanımında yüzdeler. Kaynak www.worldsteel.org
3.4.
Türk Çelik Üretiminde Hammadde Olarak Kullanılan Hurdaya Olan Bağımlılık
Daha öncede belirtildiği
üzere, Entegre tesislerde çelik üretiminde demir cevheri kullanılırken Elektrik
Ark Ocaklı Tesislerde (EAO) ise üretim hurda
kullanılarak gerçekleştirilmektedir. Çelik üretimini ağırlıklı olarak Elektrik
Ark Ocaklı Tesislerde gerçekleştiren Türkiye maalesef ki temel girdi olan hurda
bakımından son derece fakir bir ülke konumundadır. Hurda miktarının az
olmasının en temel nedeni ise Türkiye’nin gelişmekte olan bir sanayi ülkesi
oluşudur. Bu süreç bir nevi kritik bir kısır döngüye de işaret etmektedir. Yani
çelik üretimi arttıkça sanayileşme artmakta, buna bağlı olarak da amortisman
süreci nedeniyle zamanla hurda metal ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle Türkiye
sanayileşmiş ülkeler arasında Dünya’da
hurdada kendine yeterlilik oranı en düşük,
ithalata bağımlılık oranı ise en yüksek olan ülke konumundadır.
Türkiye’nin
hurdada kendine yeterlilik oranının oldukça düşük oluşu ve üretim yönteminde de
hurdaya dayalı teknolojiyi tercih etmesinin doğal sonucu yüksek oranda ithalata
yüklenilmesini beraberinde getirtmektedir. Nitekim Türkiye çok uzun yıllardır
dünyanın en büyük hurda ithalatçısı sıfatını kimselere kaptırmamaktadır. Tablo 7
‘den görüleceği üzere 2014 yılı verilerine göre 19 milyon ton ve % 20’ lik payla Türkiye Dünya’nın en büyük hurda ithalatçısıdır.[3]Söz konusu ithalat için
ödenen bedel 2014’de 7,15 milyar USD
olup, hurda ithalatı 1 numaralı ara malı
ithal kalemidir. Bu değer, 2014 yılında Türkiye’nin dış ticaret açığının %
11,20 sine, cari işlemler açığının ise % 15,40 ‘ına denk gelmektedir.
2014
yılı itibariyle, demir-çelik ve madencilik sektörünün ara malı ithalatının
toplam içindeki payı % 24 düzeyinde olup, ara malı ithalatında ilk on maddenin 6’sını çelik sektörü
girdileri ve sektör üretimi ürünler oluşturmaktadır.
Söz
konusu büyüklüklere rağmen Türkiye’nin, ne yazık ki hurda ithalatı sürecinde ne
fiyat belirlemede ne de arzı şekillendirmede gücü bulunmamaktadır.
3.5.
Türkiye’de Çelik Tüketiminin Sektörlere Dağılımı
Çelik İhracatçıları
Birliği’nin (ÇİB) verilerine göre 2010 yılında yurt içinde tüketilen 31,3
milyon ton nihai mamül çeliğinin 2/3’ünü
tek başına inşaat sektörü kullanmaktadır.
Otomotiv, makine ve elektronik, yoğun çelik girdi kullanan diğer sektörler
olarak öne çıkmaktadır. Yine son dönemde Türkiye’den geçen petrol boru hatları
inşaatlarında yaşanan artışla birlikte petrol ve doğalgaz sektörünün demir
çelik boru kullanımı da hız kazanmıştır.
İnşaat sektöründe
gelişmiş ülkelerde çelik tüketimi yüzde 35 oranında iken bu oran Türkiye’de
yüzde 67’dir. Yüzde 32’lik fark, inşaat sektörünün Türkiye’deki ağırlığını
bariz bir biçimde göstermektedir. Oysaki Dünya’da çelik üreten ilk 7 ülke,
dünyada en çok motorlu araç üreten ve döküm yapan ülkelerdir.
3.6.
Türkiye’nin Çelik İhracatı
Çelik İhracatçıları
Birliği (ÇİB) tarafından açıklanan 2016 yılı verilerine göre; Türkiye'nin
miktar bazındaki çelik ihracatı 2015 yılına göre % 2,4 artışla 16,5 milyon tona ulaşırken, sektörün
değer bazındaki ihracatı yüzde 8,1 düşüşle 9,1
milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’ nin 2016 yılında
gerçekleştirdiği toplam ihracat tutarı
150 milyar USD olup, çelik
ihracatının toplam ihracat tutarı
içindeki payı % 6’ dır. Çelik sektörü, otomotiv ve kimya sektörünün ardından en
çok ihracat yapan üçüncü sektör olup Türkiye ekonomisine ciddi düzeyde katkısı
bulunmaktadır.
2016 yılında çelik
sektörü miktar bazında en fazla ihracatı 5,3 milyon ton ile Ortadoğu
Bölgesi'ne yapmıştır. Ortadoğu'yu yüzde 29 artışla 3,6 milyon tona ulaşan Avrupa
Birliği (AB) ülkeleri, yüzde 1 artışla 2,5 milyon tona yükselen Kuzey Amerika
ülkeleri ve yüzde 2,3 artışla 2,3 milyon tona yükselen Kuzey Afrika ülkeleri
izlemiştir.
2016 yılında ihraç edilen
16,5 milyon ton çelik ürünleri arasında en çok ihraç edilen ürün sıralaması ise
miktar bazında % 42’ lik pay ve 7
milyon ton ile inşaat çeliği, % 12’
lik pay ve 2 milyon tonla yassı
sıcak, % 11’ lik pay ve 1,8 milyon
tonla dikişli boru ve % 9’ luk pay
ve 1,5 milyon tonla profil şeklinde
gerçekleşmiştir. Türkiye, Dünya’nın 1
numaralı inşaat çeliği ihracatçısıdır.
4.
Rekabet Gücünün Arttırılması Adına Gözden Geçirilmesinde Fayda Görülen Ekonomik
ve Mali Konular ile Çözüm Önerileri
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 2023
yılında Dünya’nın en büyük 10 ekonomisinden biri olma vizyonunu benimsemiştir ve
bu doğrultuda ihracat büyümesi belirlenen büyüme hedefinin omurgası olarak
konumlandırılmıştır. Çelik sektörü ülke ihracatında önemli bir role sahiptir.
Bu nedenle 2023 vizyonu kapsamında 55 milyar USD ihracat ile önemli bir paya
sahip olması hedeflenmiştir.[4]Ancak son dönemlerde
yaşanan global ekonomik kriz ile Türkiye’de yaşanan siyasi ve ekonomik sorunlar
göz önünde bulundurulduğunda Türkiye çelik ihracatının, geçmiş büyümesine
paralel ilerlemesi durumunda, en iyi ihtimalle 2023 yılına doğru 28 milyon ton
hacme ve 34 Milyar USD değere ulaşması beklenmektedir.
Bu çerçevede sektörde yaşanan ve
çözüm beklenen ekonomik ve mali sorunlara aşağıda ki konu başlıkları altında
değinilebilir.
4.1. Avrupa Kömür Çelik Topluluğu (AKÇT) Serbest Ticaret Anlaşması’nın Revize
Edilmesi
Çelik sektörü, Avrupa
Kömür Çelik Topluluğu (AKÇT) zamanında gerçekleştirilen serbest ticaret
anlaşması nedeniyle bazı ar-ge destekleri hariç doğrudan veya dolaylı olarak
devlet yardımlarından yararlanamamaktadır. Bu nedenle geçmişte olduğu gibi
gelecekte de, sektör devlet yardımlarından yararlanamayacaktır. Avrupa Birliği
(AB), AKÇT anlaşma hükümlerini gerektiğinde kendi insiyatifi ile tek taraflı
olarak değiştirebilmekte ve kendi iç pazarı bakımından avantaj sağlayabileceği
hammadde ve mamüller bakımından anlaşma dışında kalabilmektedir. Türkiye ise
karar alma mekanizmalarında yer almadığından bu değişikliklerden olumlu yönde
faydalanamamaktadır.
Bilindiği üzere son
dönemde yaşanan global ekonomik kriz ülkemizde de ekonomik aktivitelerin
yavaşlamasına neden olmuş ve bu sürecin en hafif şekilde atlatılması için bir
çok ekonomik teşvik paketi yürürlüğe koyulmuştur. Yürürlükteki teşvikler ile,
genel ve bölgesel teşviklerin yanı sıra büyük ölçekli yatırımlar ile stratejik
yatırımlara yönelik çok sayıda çeşitli teşvik uygulamaları devreye girmiştir. Yazımızın
ilgili bölümlerinde de anlatılmaya çalışıldığı üzere çelik sektörü gerek Dünya
gerekse ülkemiz için stratejik öneme sahip bir sektör olup, aynı zamanda sermaye
yoğun bir endüstri olması hasebiyle de yapılacak yatırımlarda büyük ölçeklerde
olmak zorundadır. Oysaki sektör şu an itibariyle AKÇT anlaşması nedeniyle yararlanabileceği
mevcut indirimli kurumlar vergisi
uygulaması, yatırımlarda KDV istisnası, yatırımlarda KDV iadesi, gümrük vergisi
istisnaları, gelir vergisi stopajı indirimi, sosyal sigortalar prim desteği,
arazi tahsisi, faiz oranı desteği gibi teşviklerden yararlanamamaktadır.
Söz konusu teşvik imkanlarından yararlanabilmenin ciddi sermaye yatırımı
gerektiren çelik sektörüne sağlayacağı katkıyı ve rekabet avantajını tartışmak
izahtan vareste olacaktır.
AB ile ekonomik
ilişkilerin karşılıklı çıkarları dengeleyecek bir zemine oturtulması ihtiyacı,
diğer sektörlere nazaran çelik sektöründe daha büyük bir aciliyet taşımaktadır.
Mevcut durum itibariyle, AB’nin yaptığı serbest ticaret anlaşmaları ile diğer
ülkelere getirmemiş olduğu devlet yardımlarını sınırlandırma yükümlülüğünü, Türkiye
ile yapılan serbest ticaret anlaşmasına koymuş olması, bu aciliyeti daha da
arttırmaktadır. Türk çelik sektörü, yeni kapasiteler için devlet desteği
istememektedir. Ancak, yüksek katma
değerli ve stratejik ürün üretimine yönelik yatırımlarına hiçbir destek
alamaması, çelik sektörümüzün gelişmesini sınırlandırıcı bir fonksiyon icra
etmektedir. Bu yönü ile Avrupa Birliği ile yapılacak, Gümrük Birliği’nin
geleceği konusundaki görüşmelerde, çelik sektörünün beklenti ve ihtiyaçları ile
AKÇT Serbest Ticaret Anlaşması’nın da özellikle masaya yatırılmasına, katma değeri yüksek ürünlerin üretimine ve
teknolojik dönüşüme imkân sağlayacak yatırımlara devlet desteği
verilebilmesinin önünün açılmasına ihtiyaç duyulmaktadır.[5]
4.2. Çevre Katkı Payının Kaldırılması
Çevre katkı payı ile
ilgili yasal düzenlemeler Çevre Kanunu[6] kapsamında 18.maddede yer
almaktadır. Kanun hükümlerine göre çevre katkı payı, çevrenin iyileştirilmesi
ve çevre ile ilgili yatırımların desteklenmesi amacı doğrultusunda
alınmaktadır. Şu an yürürlükte olan kömür
ithalatında % 1, hurda ithalatında % 0,5 olan çevre katkı payı çelik
sektörünün rekabetçiliğini düşürmektedir. Sadece 2014 yılında gerçekleştirilen
19 milyon ton hurda ithalatı ve ödenen 7,15 milyar ABD doları üzerinden alınan
% 0,5 oranındaki çevre katkı payı tutarı kabaca 357 milyon ABD doları yapmaktadır. Söz konusu tutarın sektörde kalarak
sermaye birikimi sağlamasına katkı sağlaması halinde, gerçekleştirilebilecek
yatırımlarda kullanılabilmesi bakımından önemli bir finansman kaynağı teşkil
edebilirdi.
4.3. Elektrik Enerjisi Üzerindeki Vergi ve
Fonların Kaldırılması
Ülkemizde elektrik
tüketiminden çeşitli adlar altında fon, pay ve vergi alınmaktadır. Bunlar;
Enerji Fonu (% 1), TRT Payı (% 2), Elektrik Tüketim Vergisidir (sanayide % 1,
meskenlerde % 5).Bu fonlar ayrıca KDV matrahına dahil olup bunlar üzerinden KDV’
de hesaplanmaktadır.
Enerji
fonu, nihai kullanıcıya elektrik enerjisi satışı yapan
elektrik şirketlerinin, sektörün altyapı giderlerine katkı paylarından
oluşmaktadır. Enerji fonunun amacı, enerji sektöründe yapılacak
araştırma-geliştirme çalışmalarını desteklemek, etüt ve projeleri denetlemek ve
kurulacak tesislere finansman sağlamaktır. Enerji fonunun kanuni dayanağı,
4.1.1984 tarihli ve 3096 sayılı Türkiye Elektrik Kurumu dışındaki kuruluşların
elektrik üretimi, iletimi, dağıtımı ve ticareti ile görevlendirilmesi hakkında
kanunun geçici 4'üncü maddesidir. Fona ilişkin düzenleme ise, 28/5/1986 tarihli
ve 3291 sayılı kanunun ek 2' nci maddesinde yapılmıştır. Kayıp Kaçak bedelinin
üzerinden %1 oranında tahakkuk ettirilmektedir. Ayrıca KDV
matrahına dahil edilir.
Elektrik
enerjisi hasılat payları ve bandrol gelirleri,
TRT gelirlerinin önemli bir bölümünü oluşturmakta olup, 3093 Sayılı TRT
Gelirleri Kanun’unun[7] 5’inci maddesi uyarınca
lisans sahibi şirketlerin EPDK ile imzalamış olduğu lisans sözleşmesi çerçevesinde son kullanıcı olan tüketicilere yapılan
elektrik satışlarından dolayı TRT’ye pay ödenmektedir. Aktif enerji ve kayıp
kaçak bedeli toplamından % 2 oranında pay alınırken bu pay da ayrıca
KDV matrahına dahil edilmektedir.
Belediye/Elektrik Tüketim
Vergisi ise, 2464 sayılı Belediye Gelirleri
Kanun'unun[8] 34. maddesine göre, belediye sınırları
içinde tüm tüketicilerden Elektrik Tüketim Vergisi alınmaktadır. Elektrik
tedarikçileri, 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu uyarınca, satış bedeliyle
beraber bu verginin tahsilatını yapmak ve ilgili belediyeye iletmekle
yükümlüdür.
Elektrik tüketicileri bu
vergiyle bağlı oldukları belediyeden aldıkları hizmetler karşılığında belediye
gelirlerine katkıda bulunmaktadırlar. Aktif enerji ile kayıp kaçak bedeli
üzerinden % 5 oranında tahsil edilir. Ancak sanayi sicil
belgesine sahip sanayicilere ise bu oran % 1 olarak uygulanmaktadır.
Yukarıda bahsi geçen ve elektrik
fiyatlarına dahil olan ek düzenleyici maliyetlerin (TRT payı, belediye payı,
fon) kaldırılması, üretim maliyetinin
yaklaşık % 10’unu elektrik giderinden oluşan ve bu vesileyle önemli düzeyde
elektrik tüketen çelik sektörünün rekabetçiliğini artırıcı nitelikte önemli bir
adım olacaktır.
4.4. Mali Kayıt Sisteminde Yabancı Para İle
Defter Tutma ve Fonksiyonel Para Birimi Olarak Döviz Kullanımına Olanak
Sağlanması
Bilindiği üzere
213 sayılı Vergi Usul Kanun’ unun[9] "Türkçe Tutma ve Türk
Parası Kullanma Zorunluluğu" başlıklı 215’ inci maddesi uyarınca defter ve
kayıtların Türkçe tutulması zorunludur. Ancak, Türkçe kayıtlar bulunmak
kaydıyla defterlerde başka dilden kayıt da yapılabilmektedir. Kayıt ve
belgelerde Türk para birimi kullanılır. Belgeler, Türk parası karşılığı
gösterilmek şartıyla, yabancı para birimine göre de düzenlenebilir.
Yine söz konusu
madde uyarınca ilgili dönem defter tasdik tarihi itibarıyla ödenmiş sermayesi
(yurt dışında kurulan şirketlerin Türkiye'ye ayrılan ödenmiş sermayesi) en az
100 milyon ABD Doları ya da muadili yabancı para karşılığı Türk Lirası ve sermayesinin en az % 40'ı ikametgâhı, kanunî ve iş merkezi Türkiye'de
bulunmayanlara yani dar mükellef gerçek veya tüzel kişilere ait olan işletmelere, kayıtlarını Türk para birimi dışında başka bir para birimiyle tutmalarına Bakanlar
Kurulunca izin verilebilmektedir. Bu şartları taşıyan kişi ve kurumların haricindekiler
Türk parası cinsinden başka bir para birimi ile defter tutmaları olanaklı
değildir.
Oysaki çelik sektöründe faaliyet gösteren şirketler
için geçerli para birimi yani fonksiyonel
para birimi, ülkemizin para birimi Türk Lirası (TL) olmasına rağmen ABD Doları’dır. Sektördeki şirketlerin
faaliyetleri üzerinde ABD Doları’nın etkisi önemlidir ve ABD Doları şirketlerle
alakalı durumların altında yatan ekonomik özü daha iyi yansıtabilmektedir.
Konuyu biraz daha iyi anlatabilmek adına “fonksiyonel
para biriminden” bahsedecek olur isek, Türkiye
Muhasebe Standartları[10]
(TMS) madde 21 “Kur Değişiminin Etkileri” başlıklı standarda göre bir
işletmenin faaliyette bulunduğu temel ekonomik çevre, genel olarak nakit
yarattığı ve harcadığı çevredir.
Bir işletme, geçerli para biriminin (fonksiyonel
para biriminin) tespitinde aşağıdaki faktörleri dikkate alır:
a. Geçerli Para
Birimi
i) Mal ve
hizmetlerin satış fiyatlarını en çok
etkileyen para birimidir (mal ve hizmetlerin satış fiyatlarının çoğunlukla
bağlı olduğu ve gerçekleştiği para birimidir) ve
ii) Rekabet
unsurları ve yasal düzenlemeleriyle mal ve hizmetlerin satış fiyatlarını en çok
etkileyen ülkenin para birimidir.
b. Mal ve
hizmetlere ilişkin işçilik, ham madde ve
diğer maliyetleri en çok etkileyen para birimidir (sıklıkla bu tür
maliyetlerin oluştuğu ve ödendiği para birimidir).
TMS 21 hükümlerinden de anlaşılacağı üzere
mali raporlama bakımından bir işletme için fonksiyonel para birimi
belirlenirken satış fiyatlarını en çok etkileyen ülkenin para birimi ile mal ve
hizmetlere ilişkin hammadde maliyetlerini en çok etkileyen para birimi baz
alınır.
Yazımızın ilgili bölümlerinde de
bahsedildiği üzere ülkemiz çelik sektörü hurda ve demir cevherini üretimde
hammadde olarak kullanmakta, söz konusu hammaddeler ağırlıklı olarak ithal
edilmekte, bunların uluslararası piyasada fiyatları ise ABD doları üzerinden
belirlenmektedir. Bu sebeple, çelik sektöründe faaliyet gösteren şirketler
bakımından finansal raporlarındaki ölçüm kalemlerinde ve raporlama para birimi
olarak yani fonksiyonel para birimi olarak ABD Doları’nı kullanmalıdırlar. Bu
durum maliyetlerin, fiyatların, ebitda (favök) ve nihai karların doğru olarak
belirlenmesi ve şirketlerin mali performanslarını doğru ölçümleyebilmeleri
adına son derece önemlidir. Zira kur değişimlerine bağlı olarak maliyetini
doğru belirleyemeyen bir işletmenin sağlıklı bir fiyatlama yapabilmesi ve
sektörde doğru konumlanabilmesi mümkün değildir. Bu çerçevede mali idarenin
yapacağı bir düzenleme ile çelik sektöründe faaliyet gösteren şirketlere Türk
parası dışında da defter tutabilmeye ve mali raporlama yapabilmesine izin
vermesinin faydalı olacağı düşünülmektedir.
4.5.VUK
Değerleme Hükümleri Nedeniyle Realize Olmamış Kur Farkı Gelir Giderlerinin Mali
Tabloları Bozmasının Önlenmesi
2016 yılında yaşanan iç ve dış
ekonomik ve siyasal gelişmeler sonucunda Türk Lirası, yaklaşık olarak ABD
Doları karşısında % 20, Euro karşısında ise % 15 düzeyinde değer kaybetmiştir.
Türk Lirası’nın
değer kaybı işletmelerde iki ana noktada etki yaratmıştır. Bunlardan ilki
bilançolarda sermayenin aşınması, ikincisi ise bilançoların kâr yerine zarar
yazar hale gelmesidir.
VUK’un 280. maddesinde
yer alan değerleme hükümleri uyarınca yabancı paraların (borç ve alacakların
da) dönem sonunda borsa rayici ile değerlenmesi, borsa rayicinin olmadığı
durumda ise Maliye Bakanlığı’nca tespit olunacak kur ile değerlenmesi
gerekmektedir.
Mali
mevzuat hükümlerine uygun olarak yapılan değerleme kayıtları neticesinde;
ü
Henüz ödeme günü
gelmemiş olan borçlar için bilançolarda kur farkı kadar artış yaşanmıştır,
ü
Bu artışlar
gelir tablosuna maliyet olarak yansıtılmış ve kardan zarar yazılmış veya
işletme direkt zarara dönüşmüştür.[11]
Özünde kur farkı giderleri
anapara ve finansmanının ödendiği aşamada realize olan giderlerdir. Dönem
sonlarında değerleme yapmak suretiyle borcu güncel para cinsine
dönüştürdüğümüzde realize olan bir
kayıptan söz etmek olanaklı değildir.
Mali
mevzuatımıza küçük eklemeler yapılarak; içinde bulunulan mali yılda tahakkuk
edecek olan kur farkları ile ödeme vadeleri takip eden yıllara sarkan yabancı
para yükümlülüklerin kur farklarını bilançolara yansıtırken, ileri vadeli olanların henüz tahakkuk
etmemiş olduğu gerçeğini dikkate alarak işlem yapmak daha doğru olacaktır.
Böylece, cari yılda ödenmeyecek olan kur farkının bilançoya eklenmesi ve
giderleştirilmesi sonucunda hem borçlanma rasyoları olumsuzlaşmayacak, hem de
gelir tablosuna gider yazılmadığı için vergi matrahı azaltılmış olmayacaktır. Zira,
uzun vadeli yabancı para kredilerin vadesi henüz gelmediği ve cari yılda da
ödenmeyeceği için realize edilmeyecek olmasına karşın, kur artışı kaynaklı
kaydi giderler sebebiyle, hem dönem karları azalmakta ya da zarar açıklanmakta,
hem de öz kaynaklarının eridiği şeklinde değerlendirilebilecek bir görüntü
sergilenmektedir.[12]
Esasen fonksiyonel para birimi ABD
doları olan ve hammadde alışlarını, avanslarını, satışlarını ve finansman
kaynaklarını ağırlıklı olarak yabancı para ile gerçekleştiren, dolarize olmuş
ve kur etkisine açık çelik sektörü için konunun çözümlenmesi ise başta ucuza
finansman kaynağına erişme ve kredibilite gibi bir çok ekonomik parametre
açısından son derece önem arz etmektedir.
4.6.İhracatta
Götürü Gider Uygulamasına Yönelik Tereddütlerin Giderilmesi
193 sayılı Gelir Vergisi Kanun’unun[13]
“İndirilecek Giderler” başlıklı 40. maddesine göre safi kazancın tespitinde, bu
maddede sayılan giderlerin indirilmesi kabul edilmektedir. Ancak, Gelir Vergisi
Kanun’unun 40. maddesinin 1 numaralı bendinin parantez içi hükmü ile; “İhracat,
yurt dışında inşaat, onarma, montaj ve taşımacılık faaliyetlerinde bulunan
mükellefler, bu bentte yazılı giderlere ilaveten bu faaliyetlerinden döviz
olarak elde ettikleri hasılatın binde beşini aşmamak şartıyla yurt dışındaki bu
işlerle ilgili giderlerine karşılık olmak üzere götürü olarak hesapladıkları
giderleri de indirebilirler” denilmiştir.
Götürü gider uygulaması,
mükelleflerin yurt dışındaki işleri ile ilgili olarak yapmış oldukları
giderlerden belgesi temin edilemeyenlerin, anılan faaliyetlerden sağlanan
hasılatın belli bir oranını aşmamak şartıyla ticari kazançtan indirilmesini
öngören bir müessesedir. Konu ile ilgili düzenlemeler 194 ve 233 numaralı Gelir
Vergisi Genel Tebliğleri ile yapılmıştır. Mali idarenin görüşü uyarınca götürü
gider hesaplanabilmesi için, harcamanın yapılmış ve işletmenin malvarlığında
bir azalma meydana gelmiş olması, belgesiz giderlerin dönem içinde kanuni
defterlere kaydedilmesi ve doğrudan beyanname üzerinde indirim konusu
yapılmaması şeklindedir.
Oysaki götürü gider uygulamasının
uygulamasına ilişkin olarak Danıştay ile mali idare arasında görüş
farklılıklarının olduğu, bu nedenle de ihracatçıların götürü gider
uygulamasından yararlanıp yararlanmamak noktasında son derece tereddüte düştüğü
gözlemlenmektedir.
Örneğin, Danıştay 4.Dairesinin 8.2.2016 tarih ve E.2012/8339 K.2016/337 sayılı
güncel kararında mali idarenin görüşünden farklı olarak yapılan bir
tarhiyatı iptal etmiştir. Karar uyarınca 193 sayılı Gelir Vergisi Kanun'unun 40’ ıncı maddesinin 1’inci
fıkrası uyarınca, ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için
yapılan ve belgelendirilmesi gereken genel giderlere ilaveten, yurt dışındaki
işlerle ilgili giderlere karşılık olmak üzere hasılatın binde beşini aşmamak
şartıyla götürü giderin kazançtan indirilebileceğinin herhangi bir ispat şartına bağlı olmadığı, götürü gider indirimi
için belgesi temin edilemeyen bir harcamanın olduğunun ve bu harcamanın muhasebe kayıtlarına intikal ettirildiğinin ispatına
gerek bulunmamakta olup, yurtdışı hasılatının binde beşini geçmediği halde,
yasal defterlere kaydedilmeyen yurtdışı
giderlerinin fiilen yapıldığının ispatlanamadığı iddiasıyla götürü gider
uygulamasına tabi tutulmaması gerektiğinden bahisle davacı adına ikmalen
salınan vergi ve kesilen cezada hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle
kaldırılmıştır.
2016 yılında Türkiye’nin gerçekleştirdiği
150 milyar ABD Doları tutarındaki
ihracatta, 9,1 milyar dolarlık tutarla % 6 pay alan çelik sektörünün
yararlanabileceği binde 5’ lik götürü gider imkanının vergi tasarrufu ile
sektöre sağlayabileceği ek kaynak tutarı 9,1 (9,1 milyar USD X 0,005 X 0,20)
milyon ABD doları yapmaktadır. Söz konusu tutarın katma değeri yüksek ürünlerin
üretimine ve teknolojik dönüşüme imkân sağlayacak yatırımlara kanalize
edilebilmesi adına önemli bir finansman kaynağı olabilecek niceliktedir. Bu
nedenle bahsi geçen tereddütlü halin ortadan kaldırılması, vergilemede
belirlilik ve hukuk devleti ilkeleriyle de uyumlu bir karar olacaktır.
4.7.Temel
Üretim Girdisi Olarak Hurdayı Kullanan Çelik Sektörünün Sahte Belge Kullanımı
İle Karşı Karşıya Kalma Riskinin Ortadan Kaldırılması
Geri dönüşüm sisteminin
ilk basamağında yer alan hurdacılar, dönüştürülebilir atıkları tekrar çelik
sektörünün kullanımına sunarak hem ülke ekonomisine hem de çevre kirliliğinin
azaltılmasına önemli ölçüde katkı sağlamaktadırlar.
Bilindiği üzere KDV Kanunu[14] madde 17/4-g uyarınca
hurda teslimleri KDV’den istisnadır. Söz konusu KDV istisnası çelik sektörü
üzerinde ek bir finansman yükü yaratmadan üretim yapılabilmesi adına pozitif yönlü
bir mali düzenlemedir.
Hal böyle olmakla
beraber, hurdanın KDV’den istisna olması beraberinde en çok sahte belgenin düzenlendiği bir sektör haline gelmesine de imkan
yaratmaktadır. Nitekim hurdacıların çözüm bekleyen sorunlarının başında, mal
alış sürecinde belgelendirme sıkıntısı gelmektedir. Yine seyyarlardan mal alan
hurdacı toptancılarının vergilendirilmesinde sıkıntılar bulunmaktadır.
Tüm bu süreç hurdacı
esnafının sahteci olarak anılmasının önüne geçilebilmesi ve bunlardan ciddi
miktarda hurda alan çelik sektöründe faaliyet gösteren firmaların da sahte
belge kullanmak gibi eylemlerle itham edilmesinin, bu suretle itibar
kaybetmesinin, mali kayba uğramasının ve belkide en önemlisi sık sık
hurdacılarla bağlantılı olarak karşıt incelemelere muhatap kalmak suretiyle
zaman ve enerji kaybetmesinin önüne geçilmesi bakımından kritik önem arz
etmektedir.
4.8.DİİB Kapsamında KDV Ödenmeksizin Üretilen
Malların İhraç Kayıtlı Olarak Tesliminde Yaşanan KDV İadesi Sorununun
Giderilmesi
Bilindiği
üzere Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliği[15] uyarınca Dahilde İşleme
İzin Belgesi (DİİB) kapsamında KDV
ödemeksizin yurtiçi ve yurtdışından satın aldığı girdileri kullanarak ürettiği
malları ihraç kayıtlı olarak teslim eden bir mükellefin iade alacağı KDV tutarının,
ihraç kayıtlı teslim nedeniyle
hesaplayıp tahsil etmediği KDV tutarından, bu ürün için DİİB kapsamında aldığı
girdiler nedeniyle ödemediği KDV tutarı düşüldükten sonra kalan tutardan fazla
olmaması gerekmektedir.
13 Aralık 2016 tarihli ve 29917
sayılı Resmi Gazete’de 8 Seri No.lu Katma Değer Vergisi Genel Uygulama
Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ yayımlanmış ve bu tebliğ ile;
Dahilde İşleme İzin Belgesi (DİİB) kapsamında KDV ödemeksizin üretilen malların
ihraç kayıtlı olarak tesliminde uygulanan KDV iade kısıtlaması dış ticaret
sermaye şirketleri ile sektörel dış ticaret şirketlerine yapılan teslimler
bakımından kaldırılmıştır.
Yapılan düzenleme ile DİİB
kapsamında yapılan üretimler sonucunda gerçekleştirilen teslimlerde ödenmeyen
KDV’nin, ihraç kayıtlı teslim nedeniyle hesaplanıp tahsil edilmeyen KDV
tutarından düşüldükten sonra kalan tutardan fazlasının iade edilememesi
uygulaması mükellefler üzerinde son derece ciddi tutarda KDV yükünün kalmasına
sebebiyet vermektedir. Hali hazırda birçok sanayi kolunda olduğu gibi çelik sektöründe de ciddi düzeyde DİİB
kapsamında gerçekleştirilen ihracat bulunmaktadır. Yapılan yeni
düzenlemeyle mevcut kısıtlama dış ticaret sermaye şirketleri ile sektörel dış
ticaret şirketlerine yapılan ihraç kayıtlı teslimler bakımından 2016 yılı sonu itibariyle kaldırılmış
olmasına, çelik sektöründe faaliyet
gösteren bir çok firmanın aynı zamanda dış ticaret sermaye şirketine sahip
olmasına[16]
ve bu şirketler üzerinden ihraç kayıtlı olarak ihracatlarını
gerçekleştirebilmelerine rağmen gerek dış ticaret sermaye şirketi sahibi olmayan
diğer çelik şirketleri bakımından gerekse diğer sanayiciler bakımından haksız
rekabete sebebiyet verebilecek bu uygulamanın onları da kapsayacak şekilde
genişletilmesi ihracatı teşvik edebilmek adına faydalı olabilecektir.
SONUÇ
Türk Çelik sektörü 51
milyon ton sıvı çelik üretim kapasitesi, 33 milyon ton yıllık üretim, 40 bin
çalışan, 16,5 milyon ton ihracat miktarı ve 9,1 milyar dolar ihracat geliri ile
Dünya’nın en büyük 8. Çelik üreticisidir. Ayrıca Dünya’nın 1 numaralı inşaat çeliği
ihracatçısı ve Avrupa’nın en büyük, Dünya’nın ise beşinci en büyük dikişli
çelik boru üreticisi konumundadır. Milli gelire, ihracata ve istihdama bu kadar
çok katkı sağlayan sektörde, faaliyet gösteren firmalar da büyük ölçekli sanayi
kuruluşlarından oluşmakta olup, 2015 yılı İSO 500 listesine bakıldığında[17] ilk 50 firmanın 12’ sinin
çelik sektöründe faaliyette bulunduğu anlaşılmaktadır.
Bir çok endüstri kolunun
temel girdisi olup, AKÇT anlaşması ile Avrupa Birliği’nin dahi temellerinin
atılmasına neden olan bu stratejik öneme haiz sektörün, ülkemizde daha da
gelişerek katma değeri yüksek vasıflı çelikler üretebilen ve ileri teknolojiye
sahip rekabetçi bir konuma ulaşabilmesi için önündeki ekonomik ve mali engellerin
ortadan kaldırılması ülkemizin menfaatine olacaktır.
KAYNAKÇA
Vergi Usul Kanunu
Gelir Vergisi Kanunu
Katma Değer Vergisi Kanunu
Türkiye Muhasebe Standartları
Çevre Kanunu
TRT Gelirleri Kanunu
Belediye Gelirleri Kanunu
Türkiye Elektrik Kurumu
Dışındaki Kuruluşların Elektrik Üretimi, İletimi, Dağıtımı Ve Ticareti İle
Görevlendirilmesi Hakkında Kanun
Yayınlanma Tarihi ve Yeri :Nisan 2017 /Vergi Sorunları Dergisi
[2] http://gebzeto.org.tr/upload/yuklemeler/76_f24e0b83d4774a4b07832d5596102716.pdf, erişim tarihi 14.03.2017
[4] A&T Cearney,2023 Çelik Sektörü
İhracat Yol Haritası, Aralık 2013
[6] 11.08.1983 tarih ve 18132 sayılı
Resmi Gazetede yayımlanmıştır.
[7] 15.12.1984 tarih ve 18606 sayılı
Resmi Gazetede yayımlanmıştır.
[8] 29.05.1981 tarih ve 17354 sayılı
Resmi Gazetede yayımlanmıştır.
[9]
10.01.1961 tarih ve 10763 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.
[13] 06.01.1961 tarih ve 10700 sayılı
Resmi Gazetede yayımlanmıştır.
[15] 26.04.2014 tarih ve 28983 sayılı Resmi
Gazetede yayımlanmıştır.
[16] Dış Ticaret Sermaye Şirketi
statüsüne haiz olabilmek için, söz konusu şirketin ödenmiş sermayesi en az 2
milyon TL olmalı ve bir önceki takvim yılında gümrük beyannamesi bazında
en az (FOB) 100 milyon ABD doları veya eş değerdeki fiili ihracatın
gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder