Bankaların ana faaliyet konusu ile doğrudan bağlantısı olan kredi riski,
banka müşterilerinin kullanmış oldukları kredilere istinaden üstlendikleri
anapara ve faiz ödeme yükümlülüklerini kısmen veya tamamen yerine getirmemeleri
durumunda bankanın karşılaşacağı risk olarak tanımlanmaktadır.
Bankacılık Denetleme ve
Düzenleme Kurulu (BDDK) verilerine göre
Eylül 2018 dönemi
itibariyle verilmiş bulunan 2.588 Milyar TL tutarındaki kredilerin, 1.492 milyar
TL’si (% 58) Türk parası
kredilerden, 1096 milyar TL’si (%42)
yabancı para kredilerden oluşmaktadır. Kredilerin türlerine bakıldığında ticari ve kurumsal kredilerin payının % 54,
KOBİ kredilerinin payının % 26 ve tüketici kredilerinin (kredi kartları
dahil) payının ise % 20 olduğu
görülmektedir. Aşağıda yer alan grafikten de anlaşılacağı üzere kredi hacmi son 8 senede yaklaşık
olarak 5 katına çıkmıştır.
Bankalar, geri ödenemeyen kredilere istinaden, bunları sorunlu alacaklar
olarak bilançolarının aktifinde takipteki alacaklar hesabına aktarmakta, tahsil
edememe riskine istinaden karşılık ayırmakta ve yasal takip sürecine
girişmektedirler.
Verilen kredilerin ne
kadarının takibe alındığı incelendiğinde ise Eylül 2018 dönemi itibarıyla takipteki
kredilerin (brüt) tutarının 86 milyar TL’ye ulaştığı ve bunun toplam kredi hacminin % 3,2’sine tekabül
ettiği görülmektedir. Yine aşağıda yer alan grafikten de anlaşılacağı üzere takipteki kredilerin tutarı son 8
senede yaklaşık olarak 4,5 katına çıkmıştır.
Takipteki alacak seviyesinin artışı ise bankaların risk seviyesini
artırmakta ve bu risklerin takibinde kullanılan takipteki alacak oranı, sermaye
yeterlik oranı, likidite oranı, öz kaynak karlılığı ve aktif karlılığı gibi
temel rasyoları olumsuz yönde etkilemektedir. Buna bağlı olarak da bankanın
verebileceği kredi hacmi düzeyi, dolayısıyla da reel sektöre aktarılacak
finansman kaynağı azalmakta ve ekonomik aktörler negatif bir
yatırım-üretim-tüketim iklimine maruz kalmaktadırlar.
Yukarıda bahsi geçen nedenlerle, bankaların öz kaynaklarını olumsuz
etkileyecek sorunlu alacakların bilançolarından temizlenebilmesi bankalar için
önem arz etmektedir. İşte tam da bu noktada varlık yönetim şirketleri (VYŞ) sorumluluk üstlenmekte, bankaların
takibe girmiş sorunlu alacaklarını belli bir iskonto uygulayarak devir almakta
ve söz konusu alacakların icra-iflas uygulamaları çerçevesinde kendi finansal,
teknik ve hukuki alt yapılarını kullanarak takip ve tahsil edilebilmesi gibi
meşakkatli bir süreci yürütmektedirler.
Varlık yönetim şirketleri sadece bankalar, TMSF, faktoring ve leasing
şirketleri gibi finansal kuruluşların gecikmiş alacaklarını satın alabilmekte,
bankacılık dışındaki sektörlerin (örneğin reel sektörün) tahsili gecikmiş
alacaklarını ise satın alamamaktadırlar.
Varlık yönetim şirketlerinin bahsi geçen hizmetleri vermeleri karşılığında
üstlendikleri risk, devir alınan alacakların tahsil edilememe olasılığı iken
söz konusu riske karşılık olarak elde etmeyi amaçladıkları kazanç ise ilgili
kurumlardan daha düşük bedel ödeyerek devir aldıkları sorunlu alacaklara
karşılık olarak bu kurumlara borcu olanlardan daha yüksek bir bedeli tahsil
etmektir.
Bankalar Neden Varlık Yönetim Şirketleri
İle Çalışırlar ?
Banka bilançolarının aktif bölümünde yer alan takipteki alacaklar (brüt)
rakamı, bir bankanın aktif kalitesi ve ana faaliyet alanına ilişkin performans
ölçümünde en önemli kriterler arasında yer almaktadır. Takipteki alacak (brüt)
/ toplam alacak rasyosu yüksek olan bankaların mevduat hariç diğer borçlanma
faaliyetlerinde kaynak maliyetleri doğal olarak yüksek risk primi nedeni ile
artacaktır.
Bankacılık ve finans sektörü, ortalama olarak vermiş olduğu her 100 liralık
kredinin 5 lirasında vade gününde tahsilat sorunu yaşamaktadır. Söz konusu 5
liranın 2 lirasını kısa vadede idari takip süreci içinde, 2 lirasını ise 2-3
yıla varan takip süreci içinde tahsil etmektedirler. Kalan 1 lirasını
ise, varlık yönetim şirketlerine satmakta veya yasal takip sürecine
devam etmektedirler. Sektörün bazen de, ekonomik fayda görmediği için
alacaklarını takipsiz bıraktığı da görülmektedir.
Varlık yönetim şirketleri başta bankalar olmak üzere finans sektörünün
gecikmiş alacaklarını satın alarak kurumların hem bilançosunun temizlenmesine
hizmet eder, hem de bu kurumları ciddi zaman ve insan kaynağı gerektiren
operasyonel yükten kurtarırlar. Böylece
bankalar kredi takip politikalarından taviz vermeden esas işleri olan kaliteli
aktif üretmeye devam edebilirler.
Varlık Yönetim Şirketleri Derneği verilerine göre, bankaların 2017 yılında 9 milyar TL tutarında
sorunlu alacak satışı gerçekleştirdiği, bunun 2016 yılındaki 6,4 milyar TL’lik
tahsili gecikmiş alacak portföyü satışına göre
% 30’un üzerinde bir artış manasına geldiği ve bunun şimdiye kadar
gerçekleştirilmiş en yüksek tutar olduğu anlaşılmaktadır.
Varlık Yönetim Şirketleri Derneği Başkanı, vermiş olduğu bir röportajda 2018 yılı beklentilerine ilişkin olarak ise
“Geçen sene yaklaşık 9 milyar TL’lik anapara alacak devraldık. Bu rakam, bugüne
kadar devraldığımız en yüksek tutar oldu. Son dönemde bankalardan daha fazla
KOBİ ve ticari alacak devrediliyor. Kamu bankalarından henüz bir satış yok.
Kamulardan en erken satış sene sonu ya da 2019’da geleceğini düşünürüz.
Kamulardan satış gelmezse 2018 yılında
da VYŞ’lere 8-9 milyar TL’lik alacağın devrolacağını öngörüyoruz. 2017 yılı ile aynı rakamı buluruz. Bu
sene ağırlıklı satış ticari ve KOBİ’den
gelir. Devrolan alacaklar içinde KOBİ
ve ticarinin payı % 50’ye gelir. Bankalar
yakın izlemedeki kredilerin bir kısmını tahsili gecikmiş alacaklara devrederse
satış rakamları artar.” şeklinde
değerlendirmelerde bulunmuştur.
Sonuç
Varlık yönetim şirketleri,
başta bankalara ve para ve sermaye piyasalarında faaliyet gösteren finansal
kiralama şirketleri, faktoring şirketleri, finansman şirketleri ve kredi
sigortası işlemleri yapan kuruluşlara, bu kuruluşların tahsil edemedikleri
alacaklarının devri ile diğer varlıklarının satın alınması, tahsili, yeniden
yapılandırılması ve satılması amacına yönelik hizmetler sunmaktadır. Varlık
yönetim şirketleri, şu an itibariyle bahsi geçen finansal kurumlara yönelik
hizmet vermekte olup henüz reel sektör
kuruluşlarına hizmet vermemekte ancak hizmet alanının bu kuruluşların
sorunlu alacaklarının devrine de imkan verecek ölçüde genişletilmesi konusu
gündemde yer almaktadır.
Özellikle bankaların verdikleri ve
geri ödenme sürecinde sıkıntı yaşanan ve sorunlu alacaklara dönüşen krediler,
bankaların bilançolarının aktifinde takipteki alacaklar hesabına aktarılmakta
olup bu alacağın miktarı ve tahsil edilebilme düzeyi bankaların aktif kalitesini ve faaliyetinin değerlendirilmesinde
kullanılan temel performans göstergelerini (KPI) negatif şekilde
etkilemektedir. Bu duruma bağlı olarak da banka riski artmakta, artan risk de beraberinde bankaların kaynak (borçlanma) maliyetini
artırmaktadır. Zincirleme reaksiyonun neticesi ise azalan varlık ve öz kaynak karlılığıdır.
Yukarıda açıklanan
nedenlerle, öz kaynakları, dolayısıyla da pasif yapısını olumsuz etkileyecek
toksik nitelikteki sorunlu kredilerin ve alacakların (toxic assets) banka bilançolarından arındırılması noktasında
varlık yönetim şirketleri önemli bir misyon üstlenmekte ve bankalara ciddi
düzeyde destek olmaktadır.
Ancak genel durum
analiz edildiğinde, Türk finans sektörünün çok büyük bir kısmını oluşturan
bankacılık sektörü; sermaye yeterliliği,
aktif kalitesi ve takipteki kredi miktarı göstergeleri bakımından geçmişe
nazaran (içinden geçmekte olduğumuz zorlu ekonomik konjonktürün de etkisi ile)
daha zayıf bir performans sergilemektedir.