Türkiye’nin yaşamış olduğu ekonomik krizlere baktığınızda (1994-1998-2001-2008-2018) söz konusu krizlerin temel sebebinin, özünde yüksek cari açık ve döviz kıtlığı olduğu görülür. Sürekli cari açık veren ülkelerin parası orta ve uzun vadede mutlaka değer kaybeder. Türkiye’de kur riskinin temeli budur.
TL’nin
dış değer kaybının bir nedeni yüksek cari açık ise bir diğer nedeni de, TL’nin iç değer kaybı olan enflasyondur.Zaten
kur artışı beraberinde enflasyon artışını da getirmekte, süreç adeta birbirini
beslemektedir.
Hali
hazırda yükselen kurlar nedeniyle cari açıkta azalma meydana gelse de cari
açığın milli gelire oranının 2018 sonu itibariyle %5,5 - % 5,7 arasında
gerçekleşmesi beklenmektedir. Ekim ayı itibariyle de TÜFE’nin ise % 25,24
oranında gerçekleşmiş oluşu da göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’nin
gelişmekte olan ülke ekonomileri arasında en kötü iki göstergeye sahip olduğu
söylenebilir.
İlaveten,
ülke yerel paralarına olası döviz ataklarını bertaraf edebilmek adına merkez
bankalarının döviz rezervi bulundurmaları (asgari 3 aylık ithalatı karşılayacak
düzeyde) bakımından takip edilen önemli göstergelerden biri olan rezerv
yeterliliğimiz de diğer ülkelerle karşılaştırıldığında, Türkiye de hala riskin
görece yüksek olduğunu söyleyebiliriz.
Yukarı da yer alan tablodan da
görüleceği üzere ülke olarak hala dış kırılganlığımız yüksek olup, söz konusu
göstergeler TL üzerinde baskı oluşturma potansiyelinin mevcudiyetine işaret
etmektedir.
Çözüm Ne
Olabilir ?
İşletmeleri etkileyen
çok sayıda risk olmakla birlikte, öncelikli olarak bunların başında finansal
risk gelmekte ve bünyesinde döviz kuru riski, faiz oranı riski, likidite
riskini barındırmaktadır.
Sermaye hareketlerinin
serbest olduğu Türkiye gibi ekonomilerde hem faiz hem de döviz kuru aynı anda
kontrol edilemediğinden (ekonomi literatüründe üçlü açmaz diye tanımlanır)
merkez bankaları para politikası faizini kontrol etmekte ancak döviz kurunu ise
serbest bırakmak zorunda kalmaktadır. Türkiye
de bu nedenlerle dalgalı döviz kuru yöntemini uygulamakta olup, döviz kuru
piyasa dinamikleri ve arz-talep çerçevesinde belirlenmektedir.
Bu şartlar altında ve
piyasa koşullarına en uygun çözüm, belli miktarın üzerinde yabancı para yükümlülüğü
altına giren veya döviz açığı bulunan firmaların türev ürün kullanmaları ve
hedging (finansal korunma) yapmalarıdır.
Türkiye’de
Türev Ürün Kullanımı Ne Düzeyde ?
Bilindiği üzere, belli
miktarda bir mal veya kıymetin ve bunların karşılığı olan paranın, işlemin
ardından takas gününde el değiştirdiği piyasalar spot piyasalar iken, ilerideki
bir tarihte teslimatı veya nakit uzlaşması
yapılmak üzere herhangi bir malın veya finansal aracın, bugünden alım satımının
yapıldığı piyasalar ise türev
piyasalardır.
Türev piyasalar ise, forward, vadeli işlem (futures), opsiyon ve
swap gibi finansal ürünlerin tamamını içermektedir.
Birçok politik ve
ekonomik belirsizliklerin yaşandığı Dünyamızda, tüm küreselleşen ekonomilerde
olduğu gibi ülkemizde bahsi geçen riskleri bünyesinde barındırmakta, bu
risklerden korunmak için (hedging) türev ürünlere duyulan gereksinim de her
geçen gün daha da artmaktadır.
Bankacılık Denetleme ve
Düzenleme Kurulu (BDDK) verilerine göre, Türk Bankacılık Sektörünün Eylül 2018
itibarıyla gerçekleştirdiği türev ürün alım ve satım tutarı hacminin ise 3,5
Trilyon TL’ ye ulaşmış olduğu görülmektedir.
Yapılan türev işlemlerin türlerinin
dağılımına baktığımızda ise büyük çoğunluğunun swap (ana para) işlemlerinden
oluştuğu görülmekle birlikte, tüm bu ürünlerin kullanımındaki öncelikli amacın
dış finansman kaynağı yaratmak ve TL’nin döviz karşısındaki değer kaybına karşı
pozisyon almak olduğu söylenebilir.
Sonuç
Son
yaşadığımız ekonomik dalgalanma süreci, birçok işletmenin kur riskini iyi yönetememesi
nedeniyle, işletmelerin nakit akışlarının bozulması ve akabinde peşi sıra
konkordatolar ve iflaslar ile sonuçlanmıştır.Dünya’da Merkez Bankalarının
bilanço küçülterek parasal sıkılaştırma süreceğine girdiği ve faizlerin yönünün
yukarı doğru olduğu (FED süreci), buna bağlı olarak da dövizin pahalılaşarak
kurların TL karşısında yine yükselebilme ihtimalinin olduğu bir konjoktürde,
Türk reel sektörü açısından hedging (koruma) işlemlerinin yapılmasının her zamankinden
daha çok önem arz ettiği düşünülmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder