3 Kasım 2019 Pazar

Türk Reel Sektörü Tahvil İhraç Etmekte Başarılımı ?


Onur ÇELİK- YMM/CFO
Tahvil, devletin ya da özel sektör şirketlerinin borçlanarak orta ve uzun vadeli fon sağlamak üzere çıkarttıkları borç senetleridir. Tahviller halka arz edilerek veya halka arz edilmeksizin satılabilir. Kamu borçlanma aracı dışındaki tahvillerin ihraç ve halka arzı için bunların Sermaye Piyasası Kurulu’na (SPK) kaydettirilmesi gereklidir.
Tahvillerin halka arz edilmesi durumunda tahvil ihraç koşulları ve ihraççı şirket hakkındaki hukuki ve mali bilgiler izahname ve sirkülerde yer alır.
Bir Tahvilin Özellikleri Nelerdir?
ü  Tahviller sahiplerine herhangi bir ortaklık hakkı vermez, sadece ihraçcıya karşı alacaklılık hakkı sağlar.
ü  Tahvil sahibinin bir şirkete kullandırdığı sermaye, yabancı sermayedir. Tahvil sahibi, tahvili çıkaran kuruluşun uzun vadeli alacaklısıdır. Tahvil sahibi şirketin aktifi üzerinde, alacağından başka hiçbir hakka sahip değildir. Şirketin yönetimine katılamaz. Buna karşılık şirketin elde ettiği kardan, önce tahvil sahiplerinin faizleri, daha sonra hisse senedi sahiplerinin kar payları ödenir.
ü  Tahvil sahibi ile şirket arasındaki hukuki ilişki vade sonunda sona erer. Tahvil sahibi tahvili çıkaran şirketin kar - zarar riskine katılmaz, şirket zarar etse de günü gelince belli miktardaki anapara ve faizini alır.
ü  Tahvillerin getirilerini etkileyen en önemli unsurlar, likiditesi ve sahip oldukları risktir. Şirket tahvilleri, şirketin iflas etmesi ve faiz, anapara ödemesinde temerrüde düşmesi açısından devlet tahvillerine oranla daha yüksek risk taşıdıklarından, genellikle devlet tahvillerinden daha yüksek faiz geliri sağlarlar. Tahvilin vade tarihine kadar olan değeri faiz oranlarındaki değişikliklere paralel olarak değişecektir.
ü  Tahviller çoğu zaman sabit getirili menkul kıymetlerdir.Tahvil sahibi enflasyonun kendisinden alıp götürdüğü değerden daha fazla faiz aldığında kar elde etmiş olur. Elde edilen gelir enflasyonun altında kaldığında ise tahvilin gerçek geliri negatif de olabilir.
ü  Tahvil bir borç senedi olduğuna göre, borcun anapara ve faizleri gereğinde yargı yoluna başvurarak tahsil edilebilir. Şirketin iflası veya tasfiyesi halinde de, tasfiyede önce borçlar ödendiği için, tahvil sahipleri şirket ortaklarından (hisse senedi sahipleri) önce alacaklarını alırlar.
ü  Tahvilin anapara alacakları için zamanaşımı en son kupon vadesinden veya itfaya uğramışsa itfa tarihinden itibaren 10 yıldır. Tahvilin faiz alacaklarında ise, zaman aşımı süresi 5 yıldır.
Türk Özel Sektör Tahvil Piyasası Ne Durumda?

Yukarıda yer alan grafikten de anlaşılacağı üzere 2010-2018 döneminde gerçekleşen ihraçların değeri açısından bakılırsa, 2010 yılında 8 milyar TL olarak gerçekleşen borçlanma araçları ihraçları önemli bir artışla 2018 yılında 101 milyar TL seviyesine gelmiştir. Bu veri son 9 yılda tahvil ihraç hacminin başlangıç yılına nazaran 12 katına ulaştığını göstermektedir. Ancak borçlanma araçları piyasasındaki asıl ivmelenmenin 2012’yılından itibaren başladığını söylemek daha doğru olacaktır. Tahvil ihraç sayısına baktığımızda ise 2010 yılında 30 olan ihraç adedi 2012 yılında önemli bir artışla 122’ye tırmanmış, 2018 yılı itibariyle de 246 olmuştur.
2010-2018 dönemi içinde kalan dokuz yıl boyunca bankalar 328, banka dışı finansal kurumlar 118, reel sektör firmaları ise 34 milyar TL ihraç gerçekleştirmişlerdir. Yani bankalar, ihraç pazarından % 68’lik oran ile en büyük payı almaktadır. Reel sektörün payı ise sadece % 7’dir. Reel Sektör tahvil ihraçların ortalama vadesi ise 2,5 yıl civarındadır.



Reel sektör firmaları içindeki en büyük ihraç grubunu ise 8 milyar TL satış ile kimya, petrol, kauçuk ve plastik ürünler sanayi oluşturmaktadır. Hemen ardından 7 milyar TL satış ile holdingler ve yine 7 milyar TL ile telekomünikasyon ve lojistik sektörü gelmektedir. Diğer sektörlerin toplam ihraç tutarı 13 milyar TL tutarında olup bu sektörlerin en büyükleri enerji      (4 milyar TL), yiyecek, içecek ve tütün (3 milyar TL), tekstil (3 milyar TL), işlenmiş metaller (3 milyar TL) ve inşaat (2 milyar TL) sektörleridir. Reel sektör içinde en büyük beş satış ise 3 milyar TL ile Turkcell, Koç Holding ve TÜPRAŞ’a ve 2 milyar TL ile Türk Telekom ve Coca Cola’ya aittir. (Tüm satışlar yurtdışında gerçekleştirilmiştir)


İhraç yöntemlerini incelediğimizde ise borçlanma piyasasında genelde nitelikli yatırımcıya satış ve tahsisli satış yöntemlerinin tercih edildiği, halka arz yönteminin ise daha az tercih edildiği görülmektedir.

Sonuç

Bir ülkede özel sektörün rahatça borçlanabilmesi özellikle banka kredisi ile finansmandan ziyade tahvil ihracıyla finansman imkanlarından istifade edebilmesi için ekonomik büyüme, faiz, enflasyon, işsizlik, vergi oranları, borçluluk düzeyi, gelir dağılımı, döviz kurunun seviyesi vb gibi tüm makroekonomik göstergelerin makul bir seviyede olması ve bir istikrarın sağlanması gerekmektedir. Keza tüm bu ekonomik göstergeler kredi derecelendirme şirketlerinin ülkeye vereceği kredi notunu belirlemede kritik önem taşımaktadır. Ülke kredi notunun özel sektörü ilgilendiren tarafı ise malumunuz bir şirketin kredi notunun, kendi ülkesinin kredi notundan daha iyi olamamasıdır. Zira bir ülkenin teknik olarak iflas etmesi kabul edilemezken, şirketler için pek tabi bu mümkündür.

Türkiye bakımından süreci değerlendirdiğimizde en başta ülke kredi notunun düşüklüğünün ve kamunun borçlanma piyasasında yarattığı “crowding out” etkisinin yanı sıra, politik, sosyal ve hukuki faktörlerin de etkisi ile özel sektör şirketlerinin özellikle de reel sektör şirketlerinin yeterince borçlanma aracı ihraç edemediği, çok az sayıda ihraç edilen özel sektör borçlanma araçlarının ise aktif bir ikinci el piyasasının oluşamadığı görülmektedir.

Bu nedenle reel sektör şirketleri finansman kaynağı temini bakımından genellikle banka kredilerine bağımlı olmuşlardır. Banka kredilerinin uzun yıllar boyunca finansman temininde neredeyse tek seçenek olması Türkiye’de faaliyet gösteren reel sektör firmalarının kaynak çeşitliliğini sınırlayarak kaynak maliyetlerinin de artmasına sebep olmuştur. Bankalardan temin edilen kredilerin tutar ve vadelerinin esnek olmayışı, kredi yenilemede yaşanan zorluklar ve ekonomik daralma dönemlerinde yaşanan kredi sınırlamaları, firmaların hem günlük faaliyetlerini hem de uzun vadeli yatırımlarını da olumsuz etkilemiştir.

Türkiye’de tahvil piyasasının hala küçük ve sığ, borçlanma vadelerinin ise görece kısa olmasına rağmen, Türk özel sektörü bakımından son on yılda iyi bir alternatif finansman kaynağı olmaya başlamıştır. Tahvil ihraç hacminin büyümeye ve çeşitlenmeye başlaması gelecek adına son derece umut verici ve sevindirici olmuştur. Gelişmiş ülkelerin yeniden uygulamaya başladığı negatif faizle borçlanma ve parasal genişleme politikalarının da etkisiyle, Türkiye olarak düşen faiz oranlarına rağmen Dünya standartlarına göre halen azımsanamayacak ölçüde faiz verildiği de göz önünde bulundurulduğunda, ekonomik ve politik istikrarın da sağlanmasıyla birlikte tahvil piyasasının yatırımcılar adına gelecekte daha da çekici olacağı ve büyüyebileceğini söylemek mümkündür.


Kaynakça : AK Yatırım Raporları




21 Ekim 2019 Pazartesi

Vergi Hukukunda “Non Bis İn İdem” ve Kamu Güveni İlkeleri Birbiriyle Çelişiyormu ?





Kamu güveni, hukukun kanıtlama gücü tanıdığı şeylerle alakalı her türlü şekil, alamet, işaret, nişan vb. gibi simgelere olan genel güvendir. Toplumun inanma ve bireyin aldatılmama hakkı, kamu güveninin temel unsurudur. Zira kamu güvenine karşı işlenen suçlar da Türk Ceza Kanun’unda (TCK)  “sahtecilik” suçları (Madde 197- 212)  çatısı altında toplanmaktadır.
Sahtecilik suçu vergi hukukundaki yerini ise Vergi Usul Kanun’unun (VUK) “kaçakçılık suç ve cezaları” başlıklı 359’uncu maddesinde almış olup, madde hükmüne göre vergi kanunları uyarınca düzenlenmesi gereken belgelerin asıl veya suretlerini tamamen veya kısmen sahte olarak düzenleyenler veya bu belgeleri kullananlar, üç yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar. Gerçek bir muamele veya durum olmadığı halde bunlar varmış gibi düzenlenen belge de sahte belgeyi ifade etmektedir.
Ayrıca VUK’un 344’ünci maddesi uyarınca vergi ziyaına da sebebiyet verildiği takdirde, mükellef veya sorumlu hakkında ziyaa uğratılan verginin bir katı tutarında vergi ziyaı cezası kesilir.Vergi ziyaına “kaçakçılık suç ve cezaları” başlıklı maddede yazılı fiillerle sebebiyet verilmesi halinde ise bu ceza üç kat olarak uygulanır.
Söz konusu düzenlemelerden anlaşılacağı üzere sahte belge düzenleyenler, ilgili eylemleri nedeniyle hem idari/mali olarak hem de özgürlükleri kısıtlanacak şekilde adli olarak cezalandırılmaktadır.
Non Bis In İdem İlkesi ve Anayasa Mahkemesi Kararı
Non bis in idem” ilkesi, hukuk devleti ile ceza hukukunun temel ilkeleri arasında yer alır ve kişinin aynı fiil nedeniyle birden fazla kez yargılanamayacağı ve cezalandırılamayacağını ifade eder.
Söz konusu ilke ile ilgili olarak, bir başvurucu Anayasa Mahkemesine (AYM) müracat etmiş ve hakkında yapılan vergi incelemesi sonucunda aynı fiil nedeniyle hem idari süreçte vergi cezası kesildiğini hem de adli süreç sonunda hapis cezasına mahkum edildiğini, vergi cezalarını yeniden yapılandırma (vergi barışı) çerçevesinde ödediği ve yargılamalar bu şekilde sonuçlandığı halde, aynı fiil dolayısıyla ayrıca hapis cezası verilmesi nedeniyle “non bis in idem” ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Anayasa Mahkemesi de, 16.05.2019 tarih ve 30776 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan  2018/ 9115 başvuru numaralı kararında, Non bis in idem” ilkesinin mutlak bir ilke olmadığını, korunan hukuki yararı, unsurları, amacı ve neticesinin farklı olması nedeniyle ayrı hukuk disiplinleri kapsamında  aynı fiilin farklı şekillerde mütaala edilmesinin mümkün olduğunu, bu ilkenin sadece ceza davalarına ilişkin olduğu için aynı fiilden dolayı ceza soruşturmasının  yanında ayrıca hukuk davası açılmasına engel teşvik etmeyeceğini belirtmiştir.
Bu düşünce mantığı çerçevesinde de vergi kurallarına aykırılığın idari olarak cezalandırılmasıyla, esas itibarıyla kamunun uğradığı vergi kaybının giderilmesi, yine vergi ödevlerinin yerine getirilmesine yönelik caydırıcılığın sağlanması ve bunun ayrıca suç olarak öngörülüp cezalandırılmasıyla da, vergi düzenini bozabilecek sahte belge düzenlenmesi ve kullanılmasının önüne geçilmesi amaçlarıyla, idari ve adli süreçler yönünden farklı hukuki değerlerin korunabilmesinin önemine vurgu yapmıştır.
Nihai karar ise, farklı amaç ve hukuki yararları gerçekleştirmeye yönelik olarak hem idari süreç sonunda vergi cezası, hem de adli süreç sonunda mahkumiyet cezası verilebilmesinde, aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesinin ihlaline yol açılmadığı yönünde olmuştur.
AYM Kararı Kamu Güveni İlkesine de Uygun
Yazımızın yukarıda yer alan kısımlarında detaylarına yer verildiği üzere, idari ve adli süreçler yönünden farklı hukuki değerlerin korunabilmesi amacıyla verilen AYM kararı kanaatimizce de “non bis in idem” ilkesine uygun ve son derece yerinde olmuştur. Zira VUK kapsamında yer alan sahte belge düzenleme ve kullanma suçu, TCK’da düzenlenen ve kamu güvenine karşı işlenen suçlar kapsamında yer alan sahtecilik suçunun vergi hukukundaki bir türevi ve yansımasıdır.
Suçun asli unsurlarından biri olan tek bir fiilin (sahte belge düzenleme eylemi) gerçekleştirilmesine istinaden ortaya çıkacak vergi kaybı sebebiyle kesilecek idari ceza, söz konusu sahte belgeye güvenip ticaret yapan hukuki süjelerin, hukukun temel felsefesinde yer alan olan kamuya olan güveninin sarsılmasını önleyecekmidir ? Sadece uygulanan mali müeyyide ile suçun adli boyutu ortadan kalkacak ya da diğer seçenek olarak sadece adli ceza verilerek kamunun vergi kaybı ve vergiye uyumu teşvik etmesi amacıyla uygulanacak ceza ortadan kalkacakmıdır ? Kanaatimiz bu seçeneklerinin birbirinin alternatifi olmadığı, çünkü bu yaptırımlar farklı hukuki değerlerin korunabilmesi amacıyla uygulandığından “non bis in idem” ilkesi ile de çelişmediği yönündedir.
Önemle belirtilmelidir ki, halihazırda tek bir fiil nedeniyle hem idari hem de adli yargıda süreci devam eden davalara ilişkin olarak, mahkemelerin vereceği kararlar birbirini bağlamamaktadır. Örneğin yazımızda bahsi geçen sahte belge kullanımında, adli yargıda sahte belge düzenlenmesi ile ilgili olarak açılan dava sonucunda belgenin düzenlenmediği ve suçun işlenmediği kararı çıksa dahi, idari yargı sahte belge düzenlenmesi sebebiyle mükellefe kesilen üç kat vergi ziyaı cezasını onaylayabilmektedir. Bu durum açıkça hukuk devleti ilkesi ile çelişmektedir, çünkü fiilin işlenmediği kararını veren adli yargının kararı suçun asli unsurunu ortadan kaldırmaktadır. Buna rağmen idari yargının ilgili kararı dikkate almadan vereceği aksi yönde karar hukuki temelden yoksun olacaktır. Çözüm ise, bu tarz vergi davaları için adli yargı kararının idari yargıyı bağlayacağı şeklinde bir düzenleme yapılması ve olası mağduriyetlerin gecikmeden önüne geçilmesidir.

Transfer Fiyatlandırması İşlemlerinde Gizli Emsal Sorunsalı



Transfer Fiyatlandırması İşlemlerinde Gizli Emsal Sorunsalı



Ticari işletmeler, ticari ilişkide olduğu gerçek ve tüzel kişilerden ayrı bir kişiliğe (hukuki ve mali) sahiptir. Bu nedenle, işletmelerle belirli derecede organik ve ticari yakınlığı olan gerçek veya tüzel kişilerle, diğer üçüncü şahıslar arasında ticari faaliyet bakımından hiçbir fark gözetilmemesi gerekmektedir. Doğal olarak işletmelerin, ortakları veya belirli derecede organik bağlarının olduğu diğer gerçek ve tüzel kişilerle olan ticari ilişkilerinde, üçüncü şahıslara sağlanabilecek menfaatlerin ötesinde bir menfaat sağlamaları vergi kanunları açısından da mümkün değildir.
Bahsi geçen bu vergisel düzenlemenin altyapısı ise Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 13’üncü maddesiyle, bir vergi güvenlik müessesesi olarak, transfer fiyatlandırası yoluyla örtülü kazanç aktarımı şeklinde düzenlenmiştir.
Düzenlemeye göre, kurumlar, ilişkili kişilerle emsallere uygunluk ilkesine aykırı olarak tespit ettikleri bedel veya fiyat üzerinden mal veya hizmet alım ya da satımında bulunursa, kazanç tamamen veya kısmen transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü olarak dağıtılmış sayılacaktır.
Emsallere uygunluk ilkesi, ilişkili kişilerle yapılan mal veya hizmet alım ya da satımında uygulanan fiyat veya bedelin, aralarında böyle bir ilişkinin bulunmaması durumunda oluşacak fiyat veya bedele uygun olmasını ifade etmektedir. Emsallere uygun fiyat veya bedel, aralarında ilişkili kişi tanımına uygun herhangi bir ilişki olmayan kişilerin tamamen işlemin gerçekleştiği andaki koşullar altında oluşturduğu piyasa ya da pazar fiyatı olarak da adlandırılan tutardır. Bu fiyat veya bedel, işlem anında hiçbir etki olmaksızın objektif olarak belirlenen en uygun tutar olup, ilişkili kişilerle yapılan işlemlerde uygulanan fiyat veya bedelin bu tutar olması gerekmektedir.

Aralarında ilişki bulunmayan gerçek kişi veya kurumlar arasındaki işlemlerde fiyat, piyasa koşullarına göre belirlendiğinden, ilişkili kişiler arasındaki işlemlerde de aynı koşullar geçerli olmalıdır. Dolayısıyla, taraflar arasındaki ilişkinin mal veya hizmet fiyatlandırmasına herhangi bir etkisi bulunmamalıdır.
Emsal Fiyata Ulaşılma Sorunu ve Anayasaya Aykırılık
Emsallere uygun fiyat veya bedele ulaşma noktasında öncelikle iç emsal kullanılacak, bu şekilde kullanılacak fiyat veya bedelin bulunmaması ya da güvenilir olmaması halinde dış emsal karşılaştırmada esas alınacaktır.
Vergi inceleme sürecinde emsallere uygun fiyatın dış emsal yöntemi kullanılarak tespit edildiği hallerde, dış emsal olarak kullanılacak firmalar ile söz konusu firmaların emsale konu edilecek işlemlerine ilişkin bilgilere (ürün özellikleri, fiyatları vb. gibi) vergi inceleme raporlarında açıkça yer verilmemektedir. Buna gerekçe olarak ise Vergi Usul Kanunu’nun “vergi mahremiyeti” başlıklı düzenlemesi gösterilmekte ve baz alınan emsal değerlere ilişkin bilgiler, nezdinde inceleme yapılan mükellef ile paylaşılmamaktadır.
Mahremiyet gerekçesi ile yaratılan bu gizlilik haline bağlı olarak, karşılaştırılmakta olan mal veya hizmetlerin nitelikleri, ilişkili ve ilişkisiz kişilerin yerine getirdikleri işlevler ve üstlendikleri riskler, işlemlerin gerçekleştiği pazarın yapısı (pazar hacmi, pazarın yeri gibi) ve pazardaki ekonomik koşullar ile kurumların iş stratejilerine ilişkin analizler yapılamamakta, kısaca emsal olarak baz alınacak işlem, hali hazırda eleştiri konusu yapılan işlem adına her bakımdan doğru bir benchmark vasfına haiz midir anlaşılamamaktadır.
Vergi inceleme raporunda emsal fiyata dayanak olan kısımlarının gizlenmesi, Anayasamızın “hak arama hürriyeti” başlıklı 36’ıncı maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesine de açıkça aykırıdır. Her iki düzenlemenin ortak noktası, bir suç ile itham edilen herkesin, kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden ayrıntılı olarak haberdar edilmek zorunda olmasıdır.
Nitekim hakkaniyete uygun yargılanmanın temel unsuru taraflar arasında “silahların eşitliği” nin sağlanması olup, bu kavram, taraflardan her birinin, karşı tarafa göre önemli bir dezavantaja uğramadan iddia ve savunmalarını ileri sürebilmesini ifade etmektedir.
Danıştay Kararı Sonrası Son Durum
Danıştay 9. Dairesi, 15.10.2018 tarih ve E: 2016/5032, K: 2018/6219 sayılı kararında, transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımına yönelik olarak gerçekleştirilen incelemeye istinaden düzenlenen vergi inceleme raporunda belirlenen emsal bedelin, somut verilerle ve davacının da savunma hakkını ihlal etmeyecek şekilde ortaya konulması gerektiğine, aksi uygulamanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6’ ncı maddesinde ifadesini bulan silahların eşitliği ilkesine aykırı olduğuna hükmetmiş, vergi mahkemesinin, tarhiyatı ve cezayı onayan kararını, tarhiyatın ve cezanın eksik incelemeye ve gizli emsale dayanmasını gerekçe göstererek bozmuştur.
Danıştay’ın bu kararı, evrensel hukuk normlarına ve anayasal rejime dayalı bir hukuk devleti statüsüne uygun bir karar olup, mükelleflerin mağduriyetini gidermek adına son derece önemli ve değerli olmuştur.
Yayınlanma Tarihi ve Yeri :  31 Ağustos 2019 Dünya Gazetesi

16 Mart 2019 Cumartesi

Likidite (Nakit) Mi Karlılık Mı ?

Bilindiği üzere muhasebenin temel ilkelerinden birisi dönemsellik diğeri ise tahakkuktur. Dönemsellik kavramı işletmenin sınırsız olarak kabul edilen ömrü belli dönemlere ayrılması, her dönemin faaliyetleri birbirinden bağımsız olarak değerlendirilmek suretiyle, her dönemin gelir ve giderini birbiri ile karşılaştırarak o döneme ait kar ya da zarar rakamının bulunmasını ifade etmektedir.

Tahakkuk ilkesi ise, gelir ile giderlerin elde edildikleri ya da yapıldıkları anda gerçekleşmiş sayılması ve bunlarla ilgili dönemin finansal tablolarında yer almasıdır. Tahakkuk esasına göre gelir ya da giderin miktar ve mahiyet olarak kesinleşmiş olması yeterlidir. Yani gelir ya da giderin kısmen ya da tamamen tahsil edilmesi ya da ödenmesi, tahsil esasının aksine, tahakkuk esasında şart değildir.

Gelir ve giderlerin tahakkuk esasına göre muhasebeleştirilmesi, gelir ile karların da aynı döneme ait maliyet, gider ve zararlarla karşılaştırılmasını zorunlu hale getirmekte, böylece dönemsellik ilkesi ile tahakkuk ilkesi bütünleşmektedir.

Mali tabloların tahsil esaslı değil de tahakkuk esaslı düzenlenmesinin en önemli sonucu kar ya da zarar tutarının, her zaman dönem sonunda elde edilen nakit miktarına eşit olmamasıdır. Bu nedenle nakit pozisyonunun takibi bakımından nakit akım tablosunun hazırlanması ve sıkı bir şekilde izlenmesi önem kazanmaktadır.

Nakit akım tablosu, bir işletmede, ilgili faaliyet dönemi içinde gerçekleşen nakit işlemlere ilişkin durumu açıklamaya yarayan mali nitelikteki tablodur. Söz konusu tablo sayesinde, işletmenin ilgili dönem içindeki nakit giriş – çıkışlarını görmek ve bu kaynakların nerelerde kullanıldığını takip etmek mümkün olmaktadır. Daha da önemlisi, işletmenin nakit yaratma gücünü görmesine ve gelecek zaman dilimleri içerisindeki nakit ihtiyacına yönelik planlama yapabilmesine olanak sağlamaktadır.

Faaliyet ve Nakit Döngüsü

İşletmelerin sahip olduğu nakdin, hammadde stoklarına, yarı mamüle, mamüle ve alacaklara dönüşerek tekrar tahsil edilebilir hale gelme sürecine faaliyet döngüsü, nakitten tekrar nakde dönüşünceye kadar geçen süreye ise de nakde dönüşüm süresi denir. Nakit dönüşüm süresi hesap edilirken, faaliyet döngüsü için geçen süreden, işletme borçlarının ödenmesi için geçen sürenin çıkartılması gerekmektedir.

İşte bu nedenle, şirketlerin “satış hacmimiz oldukça yüksek seyrediyor ” şeklinde düşünmesi sağlıklı bir finansal yönetim için yeterli olmamaktadır  Nitekim yüksek cirolar elde etseniz, üstelik karlılığınızda çok iyi olsa dahi, gelirlerinizi elde edeceğiniz vadeler ile yükümlülüklerinizin vadeleri arasında uyumsuzluk mevcut ise (time mismatch) likidite riskine maruz kalırsınız.

Örnek vermek gerekir ise ; Demirbank 2000-2001 yılları arasında faiz oranlarındaki düşüşleri fırsat olarak değerlendirmiş ciddi düzeyde DİBS (bono) satın almaya başlamıştır. Hatta söz konusu bonoların finansmanının bir bölümünü gecelik piyasadan (over night) borç alarak gerçekleştirmiştir. Bu sayede faizler düştükçe de elinde bulundurduğu yüksek faizli bonolar sayesinde büyük miktarda kar elde etmiştir.

Ancak, Anayasa kitapçığı ile başlayan 2001 ekonomik kriziyle gecelik borçlanma maliyetlerinin zirve yapması ve akabinde yaşanan likidite kuraklığı nedeniyle, hali hazırda eldeki mevcut düşük faizli bonolar için bulunması gereken finansman tutarının maliyeti de oldukça yükselmiştir. Yüksek kaldıraç oranları ve kısa vadeli finansman kaynakları ile yakalanan yüksek karlılık düzeyi piyasada yaşanan likidite darlığında Demirbank’ı kurtaramamış, vadesinde yerine getiremediği yükümlülüklerinin tutarı öz sermayesini dahi aşarak bankayı iflas noktasına taşımıştır.

Yaşanılan bu acı tecrübe göstermektedir ki, karlılık rasyoları kadar likidite ve borçluluk rasyolarına (özellikle kısa vadeli borçlar) odaklanmayan işletmeler kriz veya finansal darboğaz yaşanılan günlerde çok zor duruma düşmektedirler.

Sonuç

Küresel piyasalarda likiditeye erişimin zorlaştığı, finansman maliyetlerinin arttığı ve ülke olarak kendi iç dinamiklerimiz çerçevesinde yaşadığımız son ekonomik dalgalanma sürecinde, birçok işletmenin başta kur ve likidite riskini iyi yönetememesi, nakit akışlarının bozulmasına, akabinde ise peşi sıra konkordatolar ve iflaslar ile sonuçlanmasına neden olmuştur. Piyasada likidite bolluğu var iken yüksek karlılığın keyfini çıkartan işletmeler, ekonomik dalgalanmayla beraber ciddi finansal stresler yaşamıştır. Bir nevi nakit altınsa, karlılığın gümüş olduğu gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalmışlardır.


Değerli iş insanlarımızdan bir olan Üzeyir Garih’in varlıklar ve karlılık kadar nakit akışının önemine ilişkin dikkat çektiği bir sözü ile yazımıza noktayı koyalım .“Biz iş adamları, elinde üç top oynayan cambazlar (jonklör) gibiyiz. Bu toplardan iki tanesi lastik top (satışlar ve kâr), biri de camdan kristal bir toptur (nakit akışı). Lastik toplar yere düşse de, tekrar yükselir ve yeniden tutabiliriz ama kristal top yere düştüğünde kırılır ve oyun biter.“

26 Kasım 2018 Pazartesi

Takipteki Kredi Miktarı Artışı ve VYŞ'ler


Bankaların ana faaliyet konusu ile doğrudan bağlantısı olan kredi riski, banka müşterilerinin kullanmış oldukları kredilere istinaden üstlendikleri anapara ve faiz ödeme yükümlülüklerini kısmen veya tamamen yerine getirmemeleri durumunda bankanın karşılaşacağı risk olarak tanımlanmaktadır.
Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu (BDDK) verilerine göre Eylül 2018 dönemi itibariyle verilmiş bulunan 2.588 Milyar TL tutarındaki kredilerin, 1.492 milyar TL’si (% 58) Türk parası kredilerden, 1096 milyar TL’si (%42) yabancı para kredilerden oluşmaktadır. Kredilerin türlerine bakıldığında ticari ve kurumsal kredilerin payının % 54, KOBİ kredilerinin payının % 26 ve tüketici kredilerinin (kredi kartları dahil) payının ise % 20 olduğu görülmektedir. Aşağıda yer alan grafikten de anlaşılacağı üzere kredi hacmi son 8 senede yaklaşık olarak 5 katına çıkmıştır.


Bankalar, geri ödenemeyen kredilere istinaden, bunları sorunlu alacaklar olarak bilançolarının aktifinde takipteki alacaklar hesabına aktarmakta, tahsil edememe riskine istinaden karşılık ayırmakta ve yasal takip sürecine girişmektedirler.
Verilen kredilerin ne kadarının takibe alındığı incelendiğinde ise Eylül 2018 dönemi itibarıyla takipteki kredilerin (brüt) tutarının 86 milyar TL’ye ulaştığı ve bunun toplam kredi hacminin % 3,2’sine tekabül ettiği görülmektedir. Yine aşağıda yer alan grafikten de anlaşılacağı üzere takipteki kredilerin tutarı son 8 senede yaklaşık olarak 4,5 katına çıkmıştır.

Takipteki alacak seviyesinin artışı ise bankaların risk seviyesini artırmakta ve bu risklerin takibinde kullanılan takipteki alacak oranı, sermaye yeterlik oranı, likidite oranı, öz kaynak karlılığı ve aktif karlılığı gibi temel rasyoları olumsuz yönde etkilemektedir. Buna bağlı olarak da bankanın verebileceği kredi hacmi düzeyi, dolayısıyla da reel sektöre aktarılacak finansman kaynağı azalmakta ve ekonomik aktörler negatif bir yatırım-üretim-tüketim iklimine maruz kalmaktadırlar.
Yukarıda bahsi geçen nedenlerle, bankaların öz kaynaklarını olumsuz etkileyecek sorunlu alacakların bilançolarından temizlenebilmesi bankalar için önem arz etmektedir. İşte tam da bu noktada varlık yönetim şirketleri (VYŞ) sorumluluk üstlenmekte, bankaların takibe girmiş sorunlu alacaklarını belli bir iskonto uygulayarak devir almakta ve söz konusu alacakların icra-iflas uygulamaları çerçevesinde kendi finansal, teknik ve hukuki alt yapılarını kullanarak takip ve tahsil edilebilmesi gibi meşakkatli bir süreci yürütmektedirler.
Varlık yönetim şirketleri sadece bankalar, TMSF, faktoring ve leasing şirketleri gibi finansal kuruluşların gecikmiş alacaklarını satın alabilmekte, bankacılık dışındaki sektörlerin (örneğin reel sektörün) tahsili gecikmiş alacaklarını ise satın alamamaktadırlar.
Varlık yönetim şirketlerinin bahsi geçen hizmetleri vermeleri karşılığında üstlendikleri risk, devir alınan alacakların tahsil edilememe olasılığı iken söz konusu riske karşılık olarak elde etmeyi amaçladıkları kazanç ise ilgili kurumlardan daha düşük bedel ödeyerek devir aldıkları sorunlu alacaklara karşılık olarak bu kurumlara borcu olanlardan daha yüksek bir bedeli tahsil etmektir.
Bankalar Neden Varlık Yönetim Şirketleri İle Çalışırlar ?
Banka bilançolarının aktif bölümünde yer alan takipteki alacaklar (brüt) rakamı, bir bankanın aktif kalitesi ve ana faaliyet alanına ilişkin performans ölçümünde en önemli kriterler arasında yer almaktadır. Takipteki alacak (brüt) / toplam alacak rasyosu yüksek olan bankaların mevduat hariç diğer borçlanma faaliyetlerinde kaynak maliyetleri doğal olarak yüksek risk primi nedeni ile artacaktır.
Bankacılık ve finans sektörü, ortalama olarak vermiş olduğu her 100 liralık kredinin 5 lirasında vade gününde tahsilat sorunu yaşamaktadır. Söz konusu 5 liranın 2 lirasını kısa vadede idari takip süreci içinde, 2 lirasını ise 2-3 yıla varan takip süreci içinde tahsil etmektedirler. Kalan 1 lirasını ise, varlık yönetim şirketlerine satmakta veya yasal takip sürecine devam etmektedirler. Sektörün bazen de, ekonomik fayda görmediği için alacaklarını takipsiz bıraktığı da görülmektedir.
Varlık yönetim şirketleri başta bankalar olmak üzere finans sektörünün gecikmiş alacaklarını satın alarak kurumların hem bilançosunun temizlenmesine hizmet eder, hem de bu kurumları ciddi zaman ve insan kaynağı gerektiren operasyonel yükten kurtarırlar. Böylece bankalar kredi takip politikalarından taviz vermeden esas işleri olan kaliteli aktif üretmeye devam edebilirler.
Varlık Yönetim Şirketleri Derneği verilerine göre, bankaların 2017 yılında 9 milyar TL tutarında sorunlu alacak satışı gerçekleştirdiği, bunun 2016 yılındaki 6,4 milyar TL’lik tahsili gecikmiş alacak portföyü satışına göre % 30’un üzerinde bir artış manasına geldiği ve bunun şimdiye kadar gerçekleştirilmiş en yüksek tutar olduğu anlaşılmaktadır.

Varlık Yönetim Şirketleri Derneği Başkanı, vermiş olduğu bir röportajda 2018 yılı beklentilerine ilişkin olarak ise “Geçen sene yaklaşık 9 milyar TL’lik anapara alacak devraldık. Bu rakam, bugüne kadar devraldığımız en yüksek tutar oldu. Son dönemde bankalardan daha fazla KOBİ ve ticari alacak devrediliyor. Kamu bankalarından henüz bir satış yok. Kamulardan en erken satış sene sonu ya da 2019’da geleceğini düşünürüz. Kamulardan satış gelmezse 2018 yılında da VYŞ’lere 8-9 milyar TL’lik alacağın devrolacağını öngörüyoruz. 2017 yılı ile aynı rakamı buluruz. Bu sene ağırlıklı satış ticari ve KOBİ’den gelir. Devrolan alacaklar içinde KOBİ ve ticarinin payı % 50’ye gelir. Bankalar yakın izlemedeki kredilerin bir kısmını tahsili gecikmiş alacaklara devrederse satış rakamları artar.” şeklinde değerlendirmelerde bulunmuştur.
Sonuç
Varlık yönetim şirketleri, başta bankalara ve para ve sermaye piyasalarında faaliyet gösteren finansal kiralama şirketleri, faktoring şirketleri, finansman şirketleri ve kredi sigortası işlemleri yapan kuruluşlara, bu kuruluşların tahsil edemedikleri alacaklarının devri ile diğer varlıklarının satın alınması, tahsili, yeniden yapılandırılması ve satılması amacına yönelik hizmetler sunmaktadır. Varlık yönetim şirketleri, şu an itibariyle bahsi geçen finansal kurumlara yönelik hizmet vermekte olup henüz reel sektör kuruluşlarına hizmet vermemekte ancak hizmet alanının bu kuruluşların sorunlu alacaklarının devrine de imkan verecek ölçüde genişletilmesi konusu gündemde yer almaktadır.
Özellikle bankaların verdikleri ve geri ödenme sürecinde sıkıntı yaşanan ve sorunlu alacaklara dönüşen krediler, bankaların bilançolarının aktifinde takipteki alacaklar hesabına aktarılmakta olup bu alacağın miktarı ve tahsil edilebilme düzeyi bankaların aktif kalitesini ve faaliyetinin değerlendirilmesinde kullanılan temel performans göstergelerini (KPI) negatif şekilde etkilemektedir. Bu duruma bağlı olarak da banka riski artmakta, artan risk de beraberinde bankaların kaynak (borçlanma) maliyetini artırmaktadır. Zincirleme reaksiyonun neticesi ise azalan varlık ve öz kaynak karlılığıdır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, öz kaynakları, dolayısıyla da pasif yapısını olumsuz etkileyecek toksik nitelikteki sorunlu kredilerin ve alacakların (toxic assets) banka bilançolarından arındırılması noktasında varlık yönetim şirketleri önemli bir misyon üstlenmekte ve bankalara ciddi düzeyde destek olmaktadır.

Ancak genel durum analiz edildiğinde, Türk finans sektörünün çok büyük bir kısmını oluşturan bankacılık sektörü; sermaye yeterliliği, aktif kalitesi ve takipteki kredi miktarı göstergeleri bakımından geçmişe nazaran (içinden geçmekte olduğumuz zorlu ekonomik konjonktürün de etkisi ile) daha zayıf bir performans sergilemektedir.