26 Kasım 2018 Pazartesi

Takipteki Kredi Miktarı Artışı ve VYŞ'ler


Bankaların ana faaliyet konusu ile doğrudan bağlantısı olan kredi riski, banka müşterilerinin kullanmış oldukları kredilere istinaden üstlendikleri anapara ve faiz ödeme yükümlülüklerini kısmen veya tamamen yerine getirmemeleri durumunda bankanın karşılaşacağı risk olarak tanımlanmaktadır.
Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu (BDDK) verilerine göre Eylül 2018 dönemi itibariyle verilmiş bulunan 2.588 Milyar TL tutarındaki kredilerin, 1.492 milyar TL’si (% 58) Türk parası kredilerden, 1096 milyar TL’si (%42) yabancı para kredilerden oluşmaktadır. Kredilerin türlerine bakıldığında ticari ve kurumsal kredilerin payının % 54, KOBİ kredilerinin payının % 26 ve tüketici kredilerinin (kredi kartları dahil) payının ise % 20 olduğu görülmektedir. Aşağıda yer alan grafikten de anlaşılacağı üzere kredi hacmi son 8 senede yaklaşık olarak 5 katına çıkmıştır.


Bankalar, geri ödenemeyen kredilere istinaden, bunları sorunlu alacaklar olarak bilançolarının aktifinde takipteki alacaklar hesabına aktarmakta, tahsil edememe riskine istinaden karşılık ayırmakta ve yasal takip sürecine girişmektedirler.
Verilen kredilerin ne kadarının takibe alındığı incelendiğinde ise Eylül 2018 dönemi itibarıyla takipteki kredilerin (brüt) tutarının 86 milyar TL’ye ulaştığı ve bunun toplam kredi hacminin % 3,2’sine tekabül ettiği görülmektedir. Yine aşağıda yer alan grafikten de anlaşılacağı üzere takipteki kredilerin tutarı son 8 senede yaklaşık olarak 4,5 katına çıkmıştır.

Takipteki alacak seviyesinin artışı ise bankaların risk seviyesini artırmakta ve bu risklerin takibinde kullanılan takipteki alacak oranı, sermaye yeterlik oranı, likidite oranı, öz kaynak karlılığı ve aktif karlılığı gibi temel rasyoları olumsuz yönde etkilemektedir. Buna bağlı olarak da bankanın verebileceği kredi hacmi düzeyi, dolayısıyla da reel sektöre aktarılacak finansman kaynağı azalmakta ve ekonomik aktörler negatif bir yatırım-üretim-tüketim iklimine maruz kalmaktadırlar.
Yukarıda bahsi geçen nedenlerle, bankaların öz kaynaklarını olumsuz etkileyecek sorunlu alacakların bilançolarından temizlenebilmesi bankalar için önem arz etmektedir. İşte tam da bu noktada varlık yönetim şirketleri (VYŞ) sorumluluk üstlenmekte, bankaların takibe girmiş sorunlu alacaklarını belli bir iskonto uygulayarak devir almakta ve söz konusu alacakların icra-iflas uygulamaları çerçevesinde kendi finansal, teknik ve hukuki alt yapılarını kullanarak takip ve tahsil edilebilmesi gibi meşakkatli bir süreci yürütmektedirler.
Varlık yönetim şirketleri sadece bankalar, TMSF, faktoring ve leasing şirketleri gibi finansal kuruluşların gecikmiş alacaklarını satın alabilmekte, bankacılık dışındaki sektörlerin (örneğin reel sektörün) tahsili gecikmiş alacaklarını ise satın alamamaktadırlar.
Varlık yönetim şirketlerinin bahsi geçen hizmetleri vermeleri karşılığında üstlendikleri risk, devir alınan alacakların tahsil edilememe olasılığı iken söz konusu riske karşılık olarak elde etmeyi amaçladıkları kazanç ise ilgili kurumlardan daha düşük bedel ödeyerek devir aldıkları sorunlu alacaklara karşılık olarak bu kurumlara borcu olanlardan daha yüksek bir bedeli tahsil etmektir.
Bankalar Neden Varlık Yönetim Şirketleri İle Çalışırlar ?
Banka bilançolarının aktif bölümünde yer alan takipteki alacaklar (brüt) rakamı, bir bankanın aktif kalitesi ve ana faaliyet alanına ilişkin performans ölçümünde en önemli kriterler arasında yer almaktadır. Takipteki alacak (brüt) / toplam alacak rasyosu yüksek olan bankaların mevduat hariç diğer borçlanma faaliyetlerinde kaynak maliyetleri doğal olarak yüksek risk primi nedeni ile artacaktır.
Bankacılık ve finans sektörü, ortalama olarak vermiş olduğu her 100 liralık kredinin 5 lirasında vade gününde tahsilat sorunu yaşamaktadır. Söz konusu 5 liranın 2 lirasını kısa vadede idari takip süreci içinde, 2 lirasını ise 2-3 yıla varan takip süreci içinde tahsil etmektedirler. Kalan 1 lirasını ise, varlık yönetim şirketlerine satmakta veya yasal takip sürecine devam etmektedirler. Sektörün bazen de, ekonomik fayda görmediği için alacaklarını takipsiz bıraktığı da görülmektedir.
Varlık yönetim şirketleri başta bankalar olmak üzere finans sektörünün gecikmiş alacaklarını satın alarak kurumların hem bilançosunun temizlenmesine hizmet eder, hem de bu kurumları ciddi zaman ve insan kaynağı gerektiren operasyonel yükten kurtarırlar. Böylece bankalar kredi takip politikalarından taviz vermeden esas işleri olan kaliteli aktif üretmeye devam edebilirler.
Varlık Yönetim Şirketleri Derneği verilerine göre, bankaların 2017 yılında 9 milyar TL tutarında sorunlu alacak satışı gerçekleştirdiği, bunun 2016 yılındaki 6,4 milyar TL’lik tahsili gecikmiş alacak portföyü satışına göre % 30’un üzerinde bir artış manasına geldiği ve bunun şimdiye kadar gerçekleştirilmiş en yüksek tutar olduğu anlaşılmaktadır.

Varlık Yönetim Şirketleri Derneği Başkanı, vermiş olduğu bir röportajda 2018 yılı beklentilerine ilişkin olarak ise “Geçen sene yaklaşık 9 milyar TL’lik anapara alacak devraldık. Bu rakam, bugüne kadar devraldığımız en yüksek tutar oldu. Son dönemde bankalardan daha fazla KOBİ ve ticari alacak devrediliyor. Kamu bankalarından henüz bir satış yok. Kamulardan en erken satış sene sonu ya da 2019’da geleceğini düşünürüz. Kamulardan satış gelmezse 2018 yılında da VYŞ’lere 8-9 milyar TL’lik alacağın devrolacağını öngörüyoruz. 2017 yılı ile aynı rakamı buluruz. Bu sene ağırlıklı satış ticari ve KOBİ’den gelir. Devrolan alacaklar içinde KOBİ ve ticarinin payı % 50’ye gelir. Bankalar yakın izlemedeki kredilerin bir kısmını tahsili gecikmiş alacaklara devrederse satış rakamları artar.” şeklinde değerlendirmelerde bulunmuştur.
Sonuç
Varlık yönetim şirketleri, başta bankalara ve para ve sermaye piyasalarında faaliyet gösteren finansal kiralama şirketleri, faktoring şirketleri, finansman şirketleri ve kredi sigortası işlemleri yapan kuruluşlara, bu kuruluşların tahsil edemedikleri alacaklarının devri ile diğer varlıklarının satın alınması, tahsili, yeniden yapılandırılması ve satılması amacına yönelik hizmetler sunmaktadır. Varlık yönetim şirketleri, şu an itibariyle bahsi geçen finansal kurumlara yönelik hizmet vermekte olup henüz reel sektör kuruluşlarına hizmet vermemekte ancak hizmet alanının bu kuruluşların sorunlu alacaklarının devrine de imkan verecek ölçüde genişletilmesi konusu gündemde yer almaktadır.
Özellikle bankaların verdikleri ve geri ödenme sürecinde sıkıntı yaşanan ve sorunlu alacaklara dönüşen krediler, bankaların bilançolarının aktifinde takipteki alacaklar hesabına aktarılmakta olup bu alacağın miktarı ve tahsil edilebilme düzeyi bankaların aktif kalitesini ve faaliyetinin değerlendirilmesinde kullanılan temel performans göstergelerini (KPI) negatif şekilde etkilemektedir. Bu duruma bağlı olarak da banka riski artmakta, artan risk de beraberinde bankaların kaynak (borçlanma) maliyetini artırmaktadır. Zincirleme reaksiyonun neticesi ise azalan varlık ve öz kaynak karlılığıdır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, öz kaynakları, dolayısıyla da pasif yapısını olumsuz etkileyecek toksik nitelikteki sorunlu kredilerin ve alacakların (toxic assets) banka bilançolarından arındırılması noktasında varlık yönetim şirketleri önemli bir misyon üstlenmekte ve bankalara ciddi düzeyde destek olmaktadır.

Ancak genel durum analiz edildiğinde, Türk finans sektörünün çok büyük bir kısmını oluşturan bankacılık sektörü; sermaye yeterliliği, aktif kalitesi ve takipteki kredi miktarı göstergeleri bakımından geçmişe nazaran (içinden geçmekte olduğumuz zorlu ekonomik konjonktürün de etkisi ile) daha zayıf bir performans sergilemektedir.

11 Kasım 2018 Pazar

Finansal Korunmanın (Hedging) Önemi



Türkiye’nin yaşamış olduğu ekonomik krizlere baktığınızda (1994-1998-2001-2008-2018) söz konusu krizlerin temel sebebinin, özünde yüksek cari açık ve döviz kıtlığı olduğu görülür. Sürekli cari açık veren ülkelerin parası orta ve uzun vadede mutlaka değer kaybeder. Türkiye’de kur riskinin temeli budur.

TL’nin dış değer kaybının bir nedeni yüksek cari açık ise bir diğer nedeni de,  TL’nin iç değer kaybı olan enflasyondur.Zaten kur artışı beraberinde enflasyon artışını da getirmekte, süreç adeta birbirini beslemektedir.

Hali hazırda yükselen kurlar nedeniyle cari açıkta azalma meydana gelse de cari açığın milli gelire oranının 2018 sonu itibariyle %5,5 - % 5,7 arasında gerçekleşmesi beklenmektedir. Ekim ayı itibariyle de TÜFE’nin ise % 25,24 oranında gerçekleşmiş oluşu da göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’nin gelişmekte olan ülke ekonomileri arasında en kötü iki göstergeye sahip olduğu söylenebilir.

İlaveten, ülke yerel paralarına olası döviz ataklarını bertaraf edebilmek adına merkez bankalarının döviz rezervi bulundurmaları (asgari 3 aylık ithalatı karşılayacak düzeyde) bakımından takip edilen önemli göstergelerden biri olan rezerv yeterliliğimiz de diğer ülkelerle karşılaştırıldığında, Türkiye de hala riskin görece yüksek olduğunu söyleyebiliriz.


Yukarı da yer alan tablodan da görüleceği üzere ülke olarak hala dış kırılganlığımız yüksek olup, söz konusu göstergeler TL üzerinde baskı oluşturma potansiyelinin mevcudiyetine işaret etmektedir.


Çözüm Ne Olabilir ?

İşletmeleri etkileyen çok sayıda risk olmakla birlikte, öncelikli olarak bunların başında finansal risk gelmekte ve bünyesinde döviz kuru riski, faiz oranı riski, likidite riskini barındırmaktadır.

Sermaye hareketlerinin serbest olduğu Türkiye gibi ekonomilerde hem faiz hem de döviz kuru aynı anda kontrol edilemediğinden (ekonomi literatüründe üçlü açmaz diye tanımlanır) merkez bankaları para politikası faizini kontrol etmekte ancak döviz kurunu ise serbest bırakmak zorunda kalmaktadır. Türkiye de bu nedenlerle dalgalı döviz kuru yöntemini uygulamakta olup, döviz kuru piyasa dinamikleri ve arz-talep çerçevesinde belirlenmektedir.


Bu şartlar altında ve piyasa koşullarına en uygun çözüm, belli miktarın üzerinde yabancı para yükümlülüğü altına giren veya döviz açığı bulunan firmaların türev ürün kullanmaları ve hedging (finansal korunma) yapmalarıdır.


Türkiye’de Türev Ürün Kullanımı Ne Düzeyde ?

Bilindiği üzere, belli miktarda bir mal veya kıymetin ve bunların karşılığı olan paranın, işlemin ardından takas gününde el değiştirdiği piyasalar spot piyasalar iken, ilerideki bir tarihte teslimatı veya nakit uzlaşması yapılmak üzere herhangi bir malın veya finansal aracın, bugünden alım satımının yapıldığı piyasalar ise türev piyasalardır.

Türev piyasalar ise,  forward, vadeli işlem (futures), opsiyon ve swap gibi finansal ürünlerin tamamını içermektedir.

Birçok politik ve ekonomik belirsizliklerin yaşandığı Dünyamızda, tüm küreselleşen ekonomilerde olduğu gibi ülkemizde bahsi geçen riskleri bünyesinde barındırmakta, bu risklerden korunmak için (hedging) türev ürünlere duyulan gereksinim de her geçen gün daha da artmaktadır.

Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu (BDDK) verilerine göre, Türk Bankacılık Sektörünün Eylül 2018 itibarıyla gerçekleştirdiği türev ürün alım ve satım tutarı hacminin ise 3,5 Trilyon TL’ ye ulaşmış olduğu görülmektedir.

Yapılan türev işlemlerin türlerinin dağılımına baktığımızda ise büyük çoğunluğunun swap (ana para) işlemlerinden oluştuğu görülmekle birlikte, tüm bu ürünlerin kullanımındaki öncelikli amacın dış finansman kaynağı yaratmak ve TL’nin döviz karşısındaki değer kaybına karşı pozisyon almak olduğu söylenebilir.

Sonuç

Son yaşadığımız ekonomik dalgalanma süreci, birçok işletmenin kur riskini iyi yönetememesi nedeniyle, işletmelerin nakit akışlarının bozulması ve akabinde peşi sıra konkordatolar ve iflaslar ile sonuçlanmıştır.Dünya’da Merkez Bankalarının bilanço küçülterek parasal sıkılaştırma süreceğine girdiği ve faizlerin yönünün yukarı doğru olduğu (FED süreci), buna bağlı olarak da dövizin pahalılaşarak kurların TL karşısında yine yükselebilme ihtimalinin olduğu bir konjoktürde, Türk reel sektörü açısından hedging (koruma) işlemlerinin yapılmasının her zamankinden daha çok önem arz ettiği düşünülmektedir. 

17 Ekim 2018 Çarşamba

Sanayi Sektörümüze Yönelik Bazı Öneriler


Sanayi Sektörümüze Yönelik Bazı Öneriler

Bilindiği üzere yeni bir ekonomik döneme giriyoruz.Tüketici talebinin azaldığı, ekonomik daralmanın hızla kendini hissettirmeye başladığı ve tüm bunların aksine fiyatların arttığı enflasyonist bir döneme. İşletmelerin, özellikle de yapısı gereği yatırımlarına ciddi miktarda sermaye bağlamış, yüksek sabit maliyetleri olan sanayi işletmelerinin yeni sürece adapte olması ve kapasitelerini doğru şekilde yönetmesi her zamankinden daha önemli hale gelmiş bulunuyor.
Biz de, bu kriz sürecini en hafif hasarlarla atlatabilmek adına, sanayi işletmeleri üretim süreçlerinde hangi noktalara dikkat etmeliler kısaca değinmekte fayda olduğunu düşünüyoruz.
A. Kapasite Yönetimi ve Makine Parkı Verimliliğinin Artırılması
Bu süreçle ilgili temel hedef, üretim planları ile uyumlu olmak üzere mevcut üretim altyapısına ilişkin makina /ekipmanların etkin kullanımına olanak sağlayacak şekilde yeniden kapasite planlamasının yapılmasıdır. Kapasitenin iyi planlanması ve etkin kullanımı ile de üretim artışı, yine kapasite yönetiminde esnekliğin sağlanması ile ürün gamı içerisindeki çeşitli türdeki siparişlere hızla cevap verebilecek konuma ulaşılması ve bu sayede mevcut stok seviyesinin azaltılması öncelikli olmalıdır.Konu ile ilgili operasyonel sürecin yönetimi ise şu şekilde planlanabilir:

·         Fabrika kapasitesinin (teorik ve pratik), üretim süresi ve üretim miktarı parametrelerine göre net bir şekilde yeniden ortaya konulması
·         Başabaş noktası ve ölçek ekonomisinin yakalanacağı asgari kapasite kullanım oranının (kko) belirlenmesi
·         Fabrika çalışma sürelerinin ve vardiya sayılarının değişen talep dinamikleri de göz önünde bulundurularak sürekli gözden geçirilmesi
·         Bakım onarım çalışmalarının planlı takvimlere bağlanarak duruş sürelerinin minimize edilmesi
·         Arıza ve tamir gerektiren konuların önüne geçilmesi için bir master planın yapılması ve iyileştirme sürecinin başlatılması
·         Makina verimliliğini artıracak yatırımların değerlendirilerek mevcut makine ve ekipmanın kapasitesini artıracak çalışmaların uygulamaya geçirilmesi
·         Kaynak kullanımının ve malzeme akışının dengede tutulması
·         Mamül/Yarı mamul stokunun en aza indirilerek esnek üretim hedefi ile tutarlılığın sağlanması
·         Siparişleri teslim tarihinde yerine getirme güvencesinin sağlanması
·         Sürekli iyileştirme felsefesi uyarınca teslimat performanslarının iyileştirilmesi


B. Otomasyon
Bu süreçle ilgili temel hedef, tüm Dünyayı etkileyip Sanayi 4.0 olarak nitelenen teknolojik değişim ve gelişime uyum sağlamak üzere üretim sürecinde bilgisayarlaşmanın en üst düzeye çıkarılması, elektronik sistemler sayesinde makine ve ekipmanların bir biri ile konuşabilir hale getirilmesi ve dolayısıyla üretimin yüksek teknolojiyle donatılması olmalıdır. Bu süreçte 2 temel amaca odaklanılmalıdır :

·         Üretim sürecinde insana olan bağımlılığın azaltılması ile üretim hatalarının asgari düzeye indirilmesi ve kalitenin artırılması
·         Üretimin en üst düzeyde esnekliğe kavuşturulması ve bu yolla tüketiciye özel ürün yapabilme imkânının elde edilmesi.

Bu sürecin sonunda, üretim hattı makinalarının ve otomasyon sistemlerinin ERP programı ile entegre ve haberleşebilir bir hale getirilmesi, hassas imalat sürecine yönelik kararların elektronik karar alma mekanizmaları tarafından otomatik olarak alınmasının sağlanması ve en nihayetinde üretim sürecinde insan müdahalesinin minimum seviyeye indirilmesi mümkün olabilecektir.

C.KPI Bazlı Üretim Yönetimi
Yukarıda bahsedilen süreçlerle paralel olarak, tüm departmanların, şeffaf, hesap verebilir ve ölçülebilirlik yönetim ilkeleri uyarınca, temel performans kriterlerinin (KPI) belirlenmesi ve belirlenen hedeflere ulaşılma ölçüsünün takibi yapılmalıdır. Üretim sürecine ilişkin KPI’ lar 6 ana başlık altında özetlenebilir :

1-Toplam üretim düzeyinin değişimi
2-Fire oranları düzeyindeki gelişim
3-Fire hariç dönüşüm maliyetlerinin seyri
4-Üretim/çalışma saatlerinin seyri
5-Kapasite kullanım oranlarının seyri
6-Müşteri anket sonuçlarına göre ürün kalitesi memnuniyetindeki değişim

Uzun vadede ulaşılması istenen nokta ise tüm performans hedeflerinin şirket, departman ve kişi bazlı belirlenerek performans hedeflerine ulaşılma düzeyinin takibi ile başarısızlık hallerinde kök nedenlerin tespit edilmesi ve ortadan kaldırılmasıdır.

Sonuç

Ülke olarak tüm yaz mevsimini seçim sürecini ve kur-faiz-borsa üçgenindeki değişimleri tartışarak harcadık.Galiba artık hepimiz sadece konuşarak bir yere varamayacağımızı anlamış bulunuyoruz. Yaşamak için üretmek zorunda olan insanoğlu için hiç şüphesiz teknoloji devrimi ile ortaya çıkan sanayi sektörünün yeri bu çerçevede ayrı bir anlam ve önem ifade ediyor. Sanayileşmeden, hızla hizmet sektörü ağırlıklı bir ekonomik yapıya evrilen ülkemizde ise katma değeri yüksek ve teknoloji ürünleri ağırlıklı bir üretim altyapısına kavuşmamız tüm ülkenin ortak hayali.

Bugünden yarına bu hayali gerçekleştirmek mümkün olmasa da en azından içinde bulunduğumuz şu türbülans atmosferinden çıkabilmek için, sanayi işletmelerimizin varlıklarını devam ettirebilmeleri ve rekabetçi olabilmeleri adına alacakları bazı tedbirler sektörün ve ülkemizin menfaatine olacaktır.Hazreti Mevlana’nın dediği gibi şimdi yeni şeyler söylemek lazım.

Yayınlanma Tarihi ve Yeri : 15.10.2019/Finansgündem Web Sitesi


11 Ekim 2018 Perşembe

Mali Düzenlemelerimiz Neden Çok Karışık ?




Mali Düzenlemelerimiz Neden Çok Karışık ?

Ülkemizde genel olarak kanun yapma şeklimiz, malum olduğu üzere “torba kanun” formatında. Literatürde kısaca, birbiri ile konu yönünden ilgisi olmayan ve çok fazla sayıda başka kanunda ek ve değişiklikler yapan kanunlara “torba kanun” adı verilmekte.

Bir kanunun torba kanun olup olmadığının temel göstergelerinden birisi ise, kanun başlığıdır. Hal böyle olunca torba kanunların başlığı, içerik itibariyle yürürlükteki birden fazla kanunu etkilediği için genellikle “çeşitli kanunlarda” diye başlamak durumunda kalmaktadır.

Bunun yanı sıra birde özelinde mali düzenlemelerimizin karmaşıklığı ve anlaşılmasındaki güçlük var.Nitekim TMF Group’s  tarafından 2017 yılında hazırlanan  Financial Complexity Index 2017. raporuna göre maalesef Türkiye bu konuda birinciliği kimselere kaptırmamış gibi görünüyor.(Not : Türkiye 2018 yılında ise az da olsa yol alarak sıralamada 3’cülüğe gerilemiş vaziyette)


Oysaki mali düzenlemelerin ideali, sade bir vatandaş tarafından okunduğunda anlaşılabilir ve basit bir şekilde hazırlanmış olanıdır.Bunun yanı sıra sağlıklı olarak hazırlanmış mali düzenlemeler aşağıdaki özellikleri de bünyesinde taşımalı ki, Mali İdarece bir maliye politikası aracı olarak da kullanılabilme imkanı olsun.


Yazımıza ülkemizin kurucusu ulu önder Atatürk’ün bir sözü ile sonlandırmak isteriz.Vergi usullerinin ıslahı çarelerinin aranmasına da ehemmiyetle devam olunmalıdır. İyi usul ve iyi tatbikin memnun edici neticelerini vatandas, hiç bir işte vergi mevzuu kadar hassasiyetle takdir etmez. “ (01.11.1936, T.B.M.M., 5.Dönem, 2.Toplanma Yılı Açılış Konuşması.)




10 Ekim 2018 Çarşamba

TANIŞMA


Merhabalar,

Öncelikle kişisel blog sayfama hoşgeldiniz.

Bu sayfada yaklaşık 10 senelik meslek hayatımda edindiğim bilgi ve birikimlerime dayanarak hazırlayacağım bazı yazı ve görüşlerimi paylaşmaya çalışacağım.

Ayrıca, geçmiş dönemlerde yayımlanmış olan makalelerimi de toplu bir şekilde bu platform üzerinden sunacağım.

 Faydalı olması dileğiyle,

 Saygılarımla.

Onur ÇELİK

9 Ekim 2018 Salı

Swap İşlemlerinin Önemi Giderek Artıyor


Swap İşlemlerinin Önemi Giderek Artıyor


Swap işlemleri, iki tarafın belli koşullarda, belli bir zaman süresi içinde nakit akımlarını karşılıklı olarak değiştirme konusunda anlaşmaya vardıkları finansal bir işlem olarak tanımlanmaktadır.
Bir swap işleminde ana hatlarıyla 3 taraf bulunmaktadır. Swap işlemine taraf olanlar (end-users)  ve bu işleme aracılık edenler. Swap işlemine taraf olanlar genelde finansal nedenlerle yani faiz veya döviz riskini azaltmak amacıyla swap işlemine girerler. Aracılar ise (bankalar, brokerler vb.) komisyon ücreti almak için yaparlar.

Tarafların bir swap işlemi yaparken ulaşmak istedikleri temel hedefleri ise şunlardır :

1.      Döviz ve faiz risklerine karşı korunmak (hedging)
2.      Düşük maliyetli finansman sağlamak
3.      Aktif /Pasif ve likidite yönetimi sağlamak
4.      Kredibilite kullanarak ek finansal getiri temin etmek
5.      Spekülasyon yapmak

Para ve faiz swapı olmak üzere iki swap türü bulunmakta olup, swap piyasalarının geliştiği ilk dönemlerde para swapları daha çok kullanılırken zaman içerisinde faiz swaplarının önemi giderek artmış ve en çok kullanılan swap türüne dönüşmüştür.

A.    Para Swapı (Currency Swap)

İki tarafın, belli bir zaman dilimi için iki farklı para biriminden borç veya anapara ve faiz ödemelerini cari spot kurdan değiştirme konusunda anlaşmaya vardıkları bir swap işlemidir. Vade sonunda anaparalar orijinal spot kurdan tekrar değiş-tokuş edilir. Vade süresi içinde her iki taraf birbirlerinin faiz ödemelerini üstlenir. Örneğin, X şirketi, Y şirketine banka aracılığıyla önceden belirlenmiş miktarlarda dolar ($) cinsinden sabit faiz öderken, B şirketi de A şirketine Euro (€) cinsinden sabit faiz öder. Vade sonunda da anaparalar iade edilir.

Para swapındaki amaç, swap’a taraf olan kişi ve kuruluşların farklı döviz ve para piyasalarındaki borçlanma yeteneklerini kullanarak, erişim olanağı daha zor oldukları döviz cinslerinden borçlanma imkanları yaratmak ya da daha cazip oranları elde edebilmektir.

Örneğin, bir firma sabit faizli dolar ($) cinsinden kredi temininde ciddi güçlüklerle karşılaşabilirken, Euro (€) cinsinden kredi alıp bunu swap etmek suretiyle, daha önce erişemediği sabit faizli dolar ($) krediyi elde etmesi mümkündür.

B.     Faiz Swapı (Interest Rate Swap)

Faiz swapı, iki tarafın belli bir süre için aynı para cinsinden, karşılıklı olarak belirlenen bir anapara miktarı üzerinden faiz ödemelerinin veya faiz alacaklarının kompozisyonunu değiştirmek amacıyla gerçekleştirilen swap türüdür.

Bu işlem sayesinde, iki taraf da kredi maliyetlerini ucuzlatabilmektedir. Zaten faiz swapı genellikle kredi değerliliği farklı iki taraf arasında yapılmaktadır.

Kredibilitesi düşük olan taraf, kredibilitesi yüksek olan tarafa, swap işlemi için bir prim ödemekte ve bu prim her iki tarafın da ilk temin ettikleri kredilerin maliyetini düşürmektedir.
Bilindiği üzere, genelde gelişmekte olan ülkelerin şirketleri uluslararası piyasalarda sabit faizle kredi bulmada, kredibilitelerinin yeterli olmaması nedeniyle zorlanmaktadır.Bununla birlikte gelişmiş ülkelerin yüksek kredibiliteye sahip şirket ve bankaları ise, kendi finansal stratejileri çerçevesinde değişken faizli kredileri tercih edebilmektedirler.

Bu durumda kredibilitesi düşük olan firmalar değişken faizli kredi temin ederek, bu krediyi daha sonra kredibilitesi yüksek olan kuruluşlarla bir banka ya da broker aracılığıyla swap işlemleri sürecine sokarak istedikleri gibi sabit faizli krediye dönüştürebilmektedirler.

Örneğin, X borçlusu kredibilitesi yüksek olduğu için sabit faizle piyasadan daha uygun koşullarla borçlanabilsin.Y borçlusunun ise sermaye piyasasında (uzun vade) kredibilitesi daha düşük ancak  para piyasasındaki (kısa vade) kredibilitesi daha iyi olsun.Bu durumda her iki taraf, aracı bir banka vasıtası ile faiz ödemelerini takas ederek faiz maliyetlerini düşürebilirler.

Faiz swap’ında sadece faizler karşılıklı olarak değiştirildiğinden taraflardan birinin ödeme güçlüğüne düşmesi halinde risk miktarı (credit risk) yalnızca faiz ödemelerini kapsar. Oysa ki para swapı işlemindeki riskin kapsamına anapara ve faizi ödemelerinin her ikisi de dahildir.

Sonuç

Günümüzdeki en önemli finansal risk fiyat riski olup, döviz kuru ve faiz oranlarındaki değişimlere bağlı olarak ortaya çıkmaktadır.Gerek dünya gerekse ülkemizin politik ve ekonomik konjonktürü son derece çalkantılı bir sürece gebedir. Tabiri caizse ateşin fitili, Amerikan merkez bankası FED’in 2008 yılında mortgage kredileri kaynaklı krizi önlemek için piyasa sürdüğü para miktarını geri çekmeye ve kademe kademe faiz oranlarını artırmaya başlamasıyla yakılmış gibi görünmektedir.Söz konusu bu işlemler, gelişmekte olan ülkelere akacak sermaye musluklarının iyice kısılması ve finansman maliyetlerinin giderek artacağı anlamına gelmektedir.

Borçlanmada en güçlü ve itibarlı kurumun devlet olduğu, haliyle Türkiye gibi gelişmekte olan ülke şirketlerinin kredibilitesinin de içinde bulunduğu ülkenin kredibilitesine paralel olarak daha düşük olduğu göz önünde bulundurulduğunda, gerek daha ucuza finansman kaynağı bulabilmek, gerekse faiz maliyetlerini sabitlemek ve kur riskini azaltabilmek adına finansal bir araç olan swap ürününün kullanmasının, bahsi geçen zorlu finansal dalgalanmayı aşabilmek adına oldukça faydalı olacağı düşünülmektedir.

Nitekim bu düşüncemize paralel olarak Hazine ve Maliye Bakanlığınca açıklanan Yeni Ekonomi Programında (YEP) kurulacağı ilan edilen Borsa İstanbul Swap Piyasası da 1 Ekim’de faaliyete geçmiş bulunuyor.

Yayınlanma Tarihi  ve Yeri :09.10.2018/Finansgündem Web Sitesi




29 Eylül 2018 Cumartesi

Finansal Korunma (Hedging) ve Opsiyon İşlemleri



Finansal Korunma (Hedging) ve Opsiyon İşlemleri



Türev piyasalar, ilerideki bir tarihte teslimatı veya nakit uzlaşması yapılmak üzere herhangi bir malın veya finansal aracın, bugünden alım satımının yapıldığı piyasalardır.
Politik ve ekonomik belirsizliklerin globalleşen ekonomilerde yarattığı riskler nedeniyle, söz konusu risklerden korunma (hedging) ve spekülasyon gibi gayelerle türev ürün kullanımına olan ihtiyaçta giderek artmaktadır.

Merkez bankalarının bankası olarak tabir edilen BIS (Basel International Settlements) verilerine göre Dünya’da OTC (Tezgâh üstü) piyasalarda sadece bir günde yapılan toplam döviz işlemi 5,1 trilyon dolardır. Söz konusu istatistik, türev ürün piyasasının likiditesini ve derinliğini ifade etmek adına önemli bir göstergedir.

Opsiyon Sözleşmeleri

Opsiyon sözleşmeleri, bir ürünün, belli bir miktarını gelecekteki belirli bir tarihte veya bu tarihe kadar, belli bir fiyattan alma ya da satma hakkını (zorunluluğu değil) içeren anlaşmalardır. Genelde ileriye yönelik fiyat (kur, faiz, endeks vb.) belirsizliklerine ilişin riskleri kaldırmaya yönelik kullanılır.

Bir opsiyon sözleşmesinde iki taraf vardır.Opsiyon alan (buyer holder) ve opsiyon satan (wrıter grantor).Opsiyon alan, söz konusu ürünü alma ya da satma hakkını belli bir prim ödeyerek satın alır.
Satan taraf, karşı taraf talep ettiğinde sözleşme konusu ürünü teslim etme yükümlülüğünü taşır. Yükümlülüğün doğması için opsiyon hakkının vade tarihine kadar kullanılması şarttır.Aksi takdirde satıcı yükümlülüğü ortadan kalkacaktır.

Opsiyon alıcısının maksimum zararı en olumsuz koşullarda bile ödediği primle sınırlı iken, karı ise sınırsızdır (teorik olarak).Satıcının maksimum karı kendisine ödenen prim, zararı ise sınırsızdır (teorik olarak).Bu süreçte alıcının satıcıya ödediği prim, opsiyon satıcısının sözleşmeye konu ürün (kur, faiz, endeks vb.) fiyatlarındaki değişmelerden kaynaklanan riski üstlenmesi yani bir tür hizmet garantisi vermesinin bedelidir.

Özetle, opsiyon satın alan taraf bir hak ya da keyfiyet elde etmekte, satan taraf ise bir yükümlülük altına girmektedir.Yani opsiyon vadesinde alıcı opsiyon haklarını kullanmayı karşı taraftan talep edebilir.Opsiyon satıcısı ise, alıcının istediği yükümlülükleri yerine getirmek zorundadır.

Örneğin, bir kişi 10 Kasım teslimli dolar (USD) alma opsiyonunu (hakkını) her bir USD 7 TL üzerinden satın almış ve bunun karşılığında opsiyon satan tarafa 500 USD prim ödemiş ise, bu durumda vade geldiğinde spot dolar fiyatı 7 TL’nin üstüne çıkmış ise opsiyon satandan alacaktır. Opsiyon satan taraf bu durumda dolarları 7 TL üzerinden teslim etmek zorundadır.

Öte yandan, eğer Kasım vadesinde spot dolar fiyatı 7 TL’nin altına düşmüş ise opsiyon sahibi bu opsiyonunu kullanmaktan vazgeçecek ve ihtiyacı olan dolarları daha ucuza spot piyasadan temin edecektir. Oysaki, opsiyonun satıcısı ise her halükarda (örneğin dolar 10 TL olsa dahi) sözleşmede yer alan dolar satım yükümlülüğünü yerine getirmek durumundadır.

Opsiyon Kullanma Stratejileri

Bir dövizin kurunun, faizin veya endeksin artacağını düşünen bir yatırımcı alım (call) opsiyonu satın almalıdır. Döviz kurunun, faizin veya endeksin düşeceği yönünde bir beklentisi olan bir yatırımcı ise beklentileri gerçekleşirse kara geçebilmek adına satış (put) opsiyonu satın almalıdır.

Opsiyon Mu Forward Sözleşmesi Mi ?

Forward sözleşmesi de, tıpkı opsiyon sözleşmesi gibi ileriki bir tarihte teslimi kaydıyla, herhangi bir ürünün (döviz, faiz, vs.) miktarı ve fiyatının bugünden belirlenip vadeye bağlanmasıdır.

Ancak forward sözleşmesi opsiyon sözleşmesinden farklı olarak, belli miktardaki, örneğin dövizin, anlaşmanın yapıldığı tarihte belirlenen bir kur üzerinden ileriki bir tarihte ya da belirli bir zaman dilimi içerisinde her iki taraf içinde alım/satım yapılması yükümlülüğünü kapsamaktadır. Oysa ki opsiyon sözleşmesinde, bir taraf yükümlülük altına girerken, diğer taraf ise kullanıp kullanmama kararı kendisine ait olan opsiyonel bir hakkı satın almakta, herhangi bir yükümlülük altına girmemektedir.

Forward ile opsiyon sözleşmeleri arasındaki bir diğer fark ise, opsiyon sözleşmelerinin forward sözleşmelere nazaran daha pahalı bir finansal enstrüman olmasıdır. Şöyle ki, örneğin bir banka ve bir ithalatçı firma arasında döviz forward işlemi yapılsa sözleşme karşılığında ithalatçı firma bankaya herhangi bir komisyon veya prim ödemez iken, ithalatçı firma forward yerine opsiyon sözleşmesi satın alsa mutlaka opsiyon primi ödemek zorunda kalacaktır. Bu durum, haliyle bir opsiyon sözleşmesindeki başa baş kurunun da, forward sözleşmeye nazaran daha yüksek noktada gerçekleşmesi anlamına gelmektedir.

Sonuç

Malumunuz 20 Eylül tarihinde Hazine ve Maliye Bakanlığınca önümüzdeki 3 yıllık süreyi kapsayan mali program (YEP) ve hedefler yayınlandı. Özellikle kur ve faiz şoku yaşadığımız şu günlerde herkes merakla mali otoritenin dolar kuru varsayımını merak ediyordu. Programa göre dolar kuru varsayımı ise 2019 yılı için 5.59, 2020 için ise 6.00 olarak açıklandı.

Bu varsayımlar dolar kurunun şu anki seyrine bakılınca oldukça iddialı görünüyor ancak hepimiz biliyoruz ki programın etkili bir şekilde uygulanması ve yatırımcı güveninin kazanılmasına bağlı olarak kur hızla geriye gelebilir. Aksine, program hayata geçirilmek yerine temenniler olarak kalırsa kur hızla yukarı yönlü de hareket edebilir. Söz konusu belirsizlik ve yüksek volatilite karşısında özellikle ithalat-ihracat yapan ve/veya döviz cinsinden borcu olanlar şirketler açısından, alma yada satma hakkına olanak tanıyan opsiyon sözleşmeleri kullanımı, fırtınalı havada gemiyi limana yanaştırabilmek adına iyi bir finansal araç gibi görünüyor.

Yayınlanma Tarihi  ve Yeri : 29.09.2018/Dünya Gazetesi

15 Eylül 2018 Cumartesi

Fizibilite Raporu Nasıl Hazırlanmalı


Fizibilite Raporu Nasıl Hazırlanmalı


Bilindiği üzere işletmeler yaşamlarına devam etmek için, gerek eskiyen ya da hasar gören fabrika ya da tesislerin yenilenmesi için yapılan yenileme/modernizasyon yatırımlarıyla gerekse de mevcut üretim kapasitesini arttırmak  veya yeni üretim alanlarına girmek amacıyla yapılacak tevsi (genişleme) ve greenfield (sıfır) yatırımları gerçekleştirmek zorunluluğu ile yüz yüze kalmaktadır.

Bu çerçevede işletmenin yönetim kurulu, işletme yönetiminden gelen yatırım önerisinin değerlendirilmesi, fizibilite çalışmalarının yapılması, yatırıma karar verilmesi halinde ise bütçelerinin oluşturulması ve yatırım projesinin uygulanma sürecinin takibini titizlikle gerçekleştirmelidir. Verilen her yatırım kararı sermaye harcamasını gerektirmekte olup, yanlış yatırım kararı veya yatırımın hayata geçirilme aşamasında yapılacak hatalar ciddi zararlara sebep olabilecektir.

Süreç Nasıl Yönetilmeli

Yatırım önerisi için, gerekli olması halinde öncelikle pazar araştırması yapılmalıdır.Pazar araştırması kapsamında yatırımın ekonomik ömrü boyunca talep tahmin projeksiyonları ile üretilecek ürünlerin ve yan ürünlerin satış fiyatına ilişkin tahminler pazar araştırması raporunda yer alan veriler paralelinde belirlenir.

Daha sonraki aşamada ise yapılacak yatırıma ilişkin teknik özelliklerin (kapasite, proses vb.) belirlenmesi ve teknoloji seçimine karar verilmesi gerekmektedir.Teknoloji seçimine de karar verildikten sonra yapılacak yatırımın finansal değerlendirilmesinin gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu aşamada teknik çalışmalar sonucunda belirlenen kapasite ve ilgili teknik özelliklerdeki makine ve ekipmana ilişkin sermaye harcamalarıyla fizibiliteye baz tüketim değerleri olan hammadde, fire, enerji, işçilik harcamalarından oluşacak toplam sermaye harcamaları ile, pazar araştırması sonucunda belirlenen talep miktarı ve satış fiyatları kullanılarak elde edilecek toplam gelir baz alınarak, önerilen yatırıma ilişkin nakit akım tablosu hazırlanır.

Nakit akım tablosu tek bir para birimi üzerinden hazırlanmakla birlikte, tedarik ve satış fiyatlarına ilişkin zorunluluklar nedeniyle farklı para birimleri ile yapılacak harcama ve elde edilecek gelir kalemleri için kur öngörüleri belirlenmeli ve temel para birimine dönüş yapılmalıdır.

Yatırım projesinin finansal değerlemesi ise projenin inşaat süresi ve ekonomik ömür dönemini kapsamakta olup bu süreçte elde edilecek nakit akımlarına, yatırım projeleri değerleme yöntemleri olan net bugünkü değer (NBD), iç karlılık oranı (İKO) ve geri ödeme süresi (GÖS) yöntemleri tatbik edilerek gerçekleştirilir.

Yatırım projesinin finansal değerlemesinde, yatırım tutarı (capex), satış fiyatları, maliyetleri oluşturan ana kalemler (opex), yatırım süresi gibi yatırımın verimliliğini etkileyen temel unsurlarda ortaya çıkabilecek belirsizlikler (değişiklikler) dikkate alınmalı ve farklı değerler kullanılarak çeşitli senaryolar hazırlanmalıdır. Söz konusu senaryolara göre oluşan net bugünkü değer, iç karlılık oranı ve geri ödeme süresi ayrıca hesaplanmalı, duyarlılık analizleri yapılmalı ve alternatif sonuçlar hazırlanacak raporda yerini almalıdır.

Şayet yatırım yapılan ülke veya bölgeye özel olarak verilen yatırım teşvikleri varsa (vergi indirimi, arsa tahsisi, kredi desteği, istihdam desteği, enerji desteği, çevre desteği, ar-ge teşviki vb.) bu devlet destekleri de fizibilite raporunda ayrıca belirtilmeli ve hesaplama sürecinde mutlaka dikkate alınmalıdır.

Önerilen yatırıma ilişkin finansal değerleme tamamlandıktan sonra, fizibilite raporu üst yönetime gönderilir ve onlarından onayından sonra yönetim kuruluna sunulur.Yönetim Kurulunun da nihai onayının alınmasının ardından yatırım projesi hayata geçirilmek üzere ilgili çalışmalar başlatılır.

Fizibilite Raporuna Uygunluğun Kontrolü

Yatırım projesi gerçekleştirilirken, projenin seyrinin fizibilite raporuyla uyumunun kontrolü de en az projenin hazırlanması süreci kadar önemlidir. Özellikle raporun hazırlanma sürecinde kullanılan parametrelere ilişkin varsayımlar ile yatırım ve işletme döneminde gerçekleşen fiili durum kıyaslanmalıdır. Bu kapsamda başta yatırım süresi ve yatırım harcaması doğru belirlenmiş mi, üretim ve satış hacimleri doğru hesaplamış mı, bu çerçevede elde edilmesi planlanan nakit akımı elde edilebilmiş mi soruları mutlaka sorulmalıdır. Projenin akıbetini belirleyen bu unsurlar zaten karlılık ve geri ödeme süresi hesaplamalarının temel verileri olduğu için aynı zamanda bu noktada da kontrol gerçekleştirilmiş olacaktır.

Sonuç

Fizibilite çalışması, bir yatırım projesinin uygulanabilirliğinin önceden belirlenen kriterlere göre belirlenmesidir.Yine bu projeden ne kadar kar veya zarar elde edileceği de bu çalışmalar sayesinde ortaya çıkacaktır.

Özellikle Türkiye gibi kıt sermaye kaynağına sahip ülkelerin işletmeleri, yatırım yapıp yapmayacağına karar verirken farazi hesaplamalara göre değil mutlaka matematiksel hesaplamalara dayanan finansal modeller kullanarak hareket etmelidir. Aksi yönde alınacak kararlar maddi ve manevi hüsranlarla sonuçlanacaktır.

Yayınlanma Tarihi  ve Yeri :15.09.2018/Dünya Gazetesi
Linki : https://www.dunya.com/kose-yazisi/fizibilite-raporu-nasil-hazirlanmali/427641